Hikaye
İnsanlık hikaye anlatıcılığı üzerinde oluşmuş bir kavramdır. İnsanlar doğal olarak bir anlama muhtaçlardır ve bu muhtaçlık onların peşinden modern çağlara kadar bile gelmiştir. Aslında insanlığı bir şekilde tanımlamamız yani bütün insanlarda istisnasız ortak olan unsuru bulmamız gerekseydi buna hikayeye ve anlama muhtaç olmak en doğru cevap olurdu. Burada hikayeden kastettiğimiz şey edebi bir tür olarak değil, yaşanan veya hayal edilen bir olayın aktarılma biçimidir. Bütün insanların yaşanılan olaylara bir hikaye unsuru ve anlam kazandırması bizi aslında modern çağlarda epey önemli ve elzem gördüğümüz şeylerin aslında düşündüğümüz kadar bir önem barındırmadığını gösterecektir. Bunun için önce bu anlattığım durumun insanlık tarihindeki geçmişine hızlıca bir göz atmamız gerekir.
İnsanların Sosyal Hayvanlar Olması
İnsanların diğer maymunsulardan ve primatlardan temelde farkı sosyalliktir ve gruplaşmadır nihayetinde dildir. Biz Homo Sapiensler diğer akrabalarımızdan farklı olarak birbirimizle iletişim kurabilmeye yönelik bir evrimleşme sürecine girdik ve aslında bizi kafamızda olan insan algısına ulaştıran da bu sosyallikti. İnsanların sosyal hayvanlar olduğunu söyleyerek çok doğru bir noktaya ulaşmış oluruz. Yazının ana konusunu oluşturmayıp sadece alt bir taban oluşturması bakımından bu konuda daha fazla ilerlemeyeceğim, fakat şunu bilmemiz gerekir ki düşünceyi aslında dil getirir.İşte bu yüzden dili oluşturacak sosyallik aslında bizim diğer hayvanlardan farkımız olan bilinci de beraberinde sunmuştur. Ancak bunun bize getirdiği her şeye anlam atfetme gibi bazı yan etkileri de olmuştur. Bir gül geldiyse onu dikensiz kabul edemeyiz. Bu yan etkiler yazının ana doğrultusunu oluşturacak.
Sosyallik, Hikaye Anlatıcılığı ve Anlam
İnsanlığa doğa tarafından bahşedilen bu sosyallik ve akabinde gelen dil, bize bir hikaye anlatıcılığı imkanı ve düşünme gücü vermiştir. Bu ikisinin ortak bir paydada birleşmesinin bazı sonuçları olur. Öncelikle şunu kavramalıyız ki sosyallik denilen olgu birbirimizle iletişime geçmemizi sağladığı için bize bir hikaye anlatıcılığı özelliği vermiştir. Örneğin yaşadığımız bir olayı etrafımıza anlatmak bir hikaye anlatıcılığı örneğidir. Akabinde düşünme gücünü de sunmuştur çünkü dilin icadı ile düşüncelerimize bir derinlik ve sıralılık katabilme şansını bulduk. Dilin hiç icat edilmediğini düşünün. Düşünemeyeceksiniz çünkü herhangi bir şey düşündüğünüz vakit bunu aslında dil ile yapıyorsunuz. İç sesiniz ile konuşuyorsunuz. İmgeler var diyebilirsiniz fakat bunların hissiyatı da bizim varsayımlarımızla ve önceki deneyimlerimizle oluşuyor. O maddelerin veya durumların kendi benliklerinde bulunmuyor. Bu anlamı biz atfediyoruz.
Anlamı İcat Ederek H… mı Ettik?
Dilin icadı ve hikaye anlatıcılığının gelişmesi ile insanların düşüncelerine anlamlar girmeye başladı. Örneğin erken insanlık döneminde bir deprem olduğu vakit onun yıkıcı etkisi o insanlar için bir anlam içermeliydi. Çünkü beynin gelişimi ve düşüncelerin var olması ile artık her şeye bir anlam katma meyili oluşmuştu. Bir deprem olduğu vakit, bir yıldırım düştüğü vakit bunu yapan biri olmalıydı. Buna Tanrı dedik. Bu insanoğlunun icat ettiği ilk anlamdı ve son bulmadı.
Çağlar geçtikçe yaptığımız her işe bir anlam ve değer vermeye başladık. Yaşadığımız şeyler sadece mekanik ve anlamsız olaylar olamazdı. Kesinlikle bir anlamları ve değerleri olmalıydı. Aslında insan türü olarak her şeyi yapay biçimde kompleks bir hale getirdik ve işin kötüsü sonradan oluşturduğumuz bu yalan derinliğe ortak bir şekilde bağlandık. Bütün çağlar boyunca bu anlama meyilli olma durumu farklı şekillerde fakat aynı eksende tezahür etti. İşte şimdi sanatın yüceliğini tartışmaya açacağız. Aslında sanatın yüceliği düşüncesi ile Tanrı fikrinin tam olarak aynı kökenli olduğunu ve eşit derecede enteresan olduğunu göreceğiz.
Kompleks Olan Yüce midir?
İnsanlığın anlam maceralarından biri de pek tabii ki sanattır.Yediden yetmiş yediye kime sorsak sanatın önemli olduğunda hem fikirlerdir peki gerçekten önem ve anlam ne demektir?Bana kalırsa ilk oluşturduğumuz Tanrı kavramının geçen çağlarda zayıflaması ve oradan oluşacak anlam boşluğunu doldurmaya meyilli olduğumuzdan dolayı giriştiğimiz bir üzücülüktür çünkü Tanrı Nietzsche’nin de dediği gibi ölmüştür ve onun yerini de sanatın yüceliği gibi kavramlar doldurmuştur fakat neden bu anlam boşluğuyla yüzleşmek yerine oraya bir şeyler tıkmaya çalışıyoruz.
Bir film neden yüce olsun veyahut bir kitap? Evrensel ölçekte bunları önemli kılan nedir? Önem ve anlam dediğimiz şeyler bizim icat ettiğimiz şeylerdir fakat içerikleri gereği sanki evrensellermiş gibi davranırlar. Bir sanatçıya göre dünyadaki en yüce meslek sanatçılıktır, fakat bu yücelik niye berberliğe ait olmasın? Bir şeyin kompleks ve kendi içinde anlam yaratması onun önemli ve anlamlı olduğunu mu göstermektedir? Sanatla din arasındaki fark nedir? İkisinin de müritleri vardır ve körü körüne bağlanırlar. Anlam olduğunu iddia ederler. Yüce olduğunu iddia ederler.
Sanattan sadece zevk alanları kutsarım fakat kasıntı bir şekilde anlam biçmeye çalışanlardan da bir o kadar utanırım, çünkü kısıtlı hayatlarını anlam dayatması peşinde koşarak üzücü bir şekilde harcamaktadırlar. O kişilerin öğrenmesi gereken anlam diye bir şeyin evrensel ölçekte olmayışıdır.Her şey tamamiyle mekanik ve anlam yoksunluğundadır fakat bu durum depresiflik oluşturmamalıdır, çünkü anlam zorunluluk değildir ki. Niye anlam olmaması bizi üzsün? Neden yaptığımız şeyleri bir anlam doğrultusunda yapmamız gereksin?
Sanat pek tabii ki anlamsızdır ve yücelikten uzaktır. Diğer her şey gibidir. Kompleks olması onun yüce olduğu anlamına gelmez çünkü soyut bir yücelikten bahsedemeyiz. İlla bir yücelikten bahsedecek olursak en azından onu faydacı-pragmatist bir şekilde görebiliriz fakat sanatın böyle bir özelliği de yoktur. Yaratılan bu sorun, anlam peşinde maalesef hayatlarını geçiren romantiklerin icadıdır fakat bütün insanlık çeşitli yollardan benimsemiştir. Benim bu satırları yazmam bile sanata içten içe belli bir değer verdiğimi gösterir, ancak bu benim insan olarak en doğal hareketimdir; bunu belki engelleyemem, fakat yanlış olduğunu bilebilirim. “Dediğimi yap yaptığımı yapma.”
Dogmatik Uyku Çok Uzun Sürdü
İnsan doğası gereği tabularla doludur. Bu tabular dinsel kaynaklı olabilir, gelenek kaynaklı olabilir veyahut kendi yarattığı soyut anlamdan doğan durumlardan olabilir. Sanatın yüce olduğuna dair inanç da bu tabulardan biridir. Bu yazıda hedeflediğim aslında düşünme sistemimizin ve anlam değerlerimizin ne kadar mekanik bir süreçten yanılsama bir şekilde çıktığını göstermekti.
Şunu kavramalıyız ki hiçbir şey sandığımız kadar yüce değildir ve bunu zihinsel dogmatik uykunuzdan uyanarak siz de görebilirsiniz. Sizi zihinsel dogmalarınızdan uyanmaya ve tabularınızın ne kadar saçma olduğunu fark etmeye davet ediyorum. Anlam denilen dogmatik uyku hapından vazgeçin. Suyu saf ve hapsız içmeyi deneyin. Gerçek anlamın, sadeliğin anlamsızlıkta olduğunu siz de göreceksiniz.