Tanınmaktan korkan insanlar maske takarlar. Kırılmaktan korkanlar uyandıklarında aynaya bakmadan önce maskelerini giyerler kendi gözleriyle karşılaşmamak için. Büyük bir çoğunluk ise birini sevmeden önce o maskenin ardını görmek isterler. Arkasındaki kişiyi tanımadan güvenemezler. O maskeleri elleri ile düşürmek isterler ve düşürdükleri zaman bunu bir başarı sayarlar.
Peki maskelerine rağmen sevilenler? Arkasındakilerin merak bile edilmediği insanlar? Gerçek olmak bir başarıdır elbet ama maskeyi sevdirmek daha zor değil midir? Yaratılan bir karakteri, onun gerçek olmadığını bilen insanlara bile bile sevdirmek… Daha mı doğrudur? Belki hayır. Ama çok daha güçtür. Doğru olmayanı sevdirmek, gerçek olmayanı tanıtmak… İnsanları bir rüyaya inandırmak… Her insanı seven birileri olabilir. Herkesin gerçeği bir başkasının doğrusu olabilir. Her gerçeği kabullenebilecek birileri elbet çıkar. Yanlısı kabullendirmek ise çok daha zordur. Sahte olanı sevdirmek belki yanlıştır ancak yadsınamaz bir başarıdır.
Bunun en büyük örneklerinden biri de 2022 Eylül ayında vizyona giren “Moonage Daydream” belgeselinde anlatıldığı üzere David Bowie ve yarattığı sayısız karakterler. Apple Music’in yayınladığı gelmiş geçmiş en iyi 100 albüm listesinde yerini bulan “The Rise and Fall of Ziggy Stardust and the Spiders From Mars” albümü, akıllara Moonage Daydream şarkısı ve belgeselini getiriyor tekrar. Yayınlanışının üstünden 52 yıl geçmesine rağmen hâlâ bu başarıya sahip oluşu, ister istemez bunun sebebini düşündürüyor izleyici ve dinleyicilerine. Yaşadığı dönemde sansasyon yaratan sahne makyajları, kıyafetleri ve sözlerine rağmen, arkasındaki gerçek adamı merak bile ettirmeden yarattığı tüm karakterleri sevdirmeyi başarıyor. Her birini, bir öncekinden daha çok ısındırıyor insanlara. 1971’de 21.yüzyılı yaratmaya çalıştık, diyor kendisi. Hâlbuki yarattığı karakterler, insanlara sevdirdiği maskeler yüzyılımızın çok ötesinde. Şu an bile kimsenin almaya cesaret edemediği riskleri, yarattığı karakterlerin öncülüğünde almayı başaran Bowie belgesel boyunca verdiği bütün röportajlarda sayısız kez itiraf ediyor bu karakterlerin aslında kendisi olmadığını. Ama öyle maskeler ki bu karakterler ne biz ardını merak ediyoruz ne kendisi rahatsızlık duyuyor gerçek benliği ve karakterleri arasındaki çizginin silinmesinden. Hayatı boyunca “kişilik ve fikir topladığını” açıkça belirtmekten çekinmiyor. Maskelerinden utanmıyor. Kırıklarını maskeyle gizleyenlerin aksine, gücünü maskelerinden alıyor. Aynada kendi gözlerini görmemek için değil, kendine ve hayranlarına yepyeni pencereler açmak için takıyor maskelerini. Olmak istenen kişiye dönüşme felsefesini fazlaca ciddiye alıyor ve yaptığı diğer her şey gibi bunu da en uçlarda yaşıyor. Her albümü ile yeni bir insan hâline geliyor ya da yeni bir hâlini bize sunuyor. Bunca karakter arkasındaki insanın değişip değişmediğini bizim gibi kendi de sorguluyor sürekli. Bütün bunları yaptığını görmek sevenlerine güven veren bir his hâline geliyor. Kalıpları kırmanın sanıldığı kadar kötü olmadığını, istenen herkes ve her şey olabileceğini hissettiriyor belgesel. Kimse tek bir kişilik kalıbına uymak zorunda değil. Her zaman istenen başka biri olunabileceğini ve herkesin kendi hayatının kontrolüne sahip olduğunu öğretiyor David Bowie belgeselde verdiği röportajlarda ve albümlerinde.
“Sanatçılar gerçek değildir. Sanatçılar insanların hayal gücüdür.”diyor belgeselde gösterilen bir röportaj kesitinde. “Asıl sahte peygamberler biziz. Hayranlarımıza şarkı söylüyoruz ve bize tezahürat etmelerini bekliyoruz.” (Bowie, 1972) sözleri Bowie’nin maskelerinin asıl sebebini koyuyor aslında ortaya. Sanat ve sadece sanat. Bizim ona yüklediğimiz anlamlarla var olmak istiyor. Onun kim olduğunu sevip sevmememiz onun için önemli değil. Önemli olan sahnelediği oyunu kendimizce yorumlamamız ve kendi yorumlarımızı takdir etmemiz. Onun kim olduğu önemli değil. Kim olduğu, günlük hayatında ne yaptığı fark etmez. Sanatının hissettirdiği özgürlük, insanlara yetiyor. Her şey saçma ve saçma olan her şey harika, derken maskelerinin sınırlarının olmadığını gösteriyor bizlere. Ben ve diğer sevenleri de onun gerçek benliğini değil, sınırsızlığını görmek istiyoruz. Maskesini düşürmeyi değil, sevmeyi ögreniyoruz.
Kendi sözleriyle Bowie bütün dünyayı evi olarak görmektense zihninin içinde küçük mikro-dünyalar yaratıyor ve olması gereken kişi olmayıp sürekli yeni kişilikler arıyor. Bu süreçte de bütün bu mikro-dünyaları sanatı aracılığıyla insanlara sunuyor. Gerçeği değil, sahteyi sevdiriyor ve bunu çok büyük bir başarı ile yapıyor. Şarkılarını bugün dinlediğimde dahi tamamiyle anlamlandıramamam, çekilen belgeselinde bile zihninin karmaşıklıklarına yer verilmesi, sahip olduğu hayâl gücünün bir başarısı. Hayâl gücünün bir parçası olan yarattığı karakterler ve taktığı maskeler bu nedenle insanları korkutmak yerine içine hapsediyor. Hem de öyle bir hapishane ki David Bowie’nin hayal gücü, giren kimsenin tahliye olma arzusu yok.
Adını Bowie’nin bir şarkısından alıyor Moonage Daydream belgeseli. Şarkının sözleri bize ayın evresinde çıldırmamızı söylüyor. Belgeselin yaptığı da tam olarak bu. Bir yandan karakterleriyle bizi tanıştırırken bir yandan da kullanılan canlı konser kayıtları ile adeta David Bowie’nin uzaydan daha sonsuz zihnine doğru bir yolculuğa çıkarıyor. Ve bana kalırsa bunun bütün gerçeklerden daha güven verici bir his olması hem Bowie’nin hem belgeselin başarısının en büyük kanıtı.
Major Tom, Aladdin Sane, Halloween Jack, the Thin White Duke, the Blind Prophet ve tabii ki Moonage Daydream’in içinde bulunduğu albümün karakteri olan Ziggy Stardust ile tanışıyoruz belgesel süresince. Hepsi David Bowie’nin bir parçası. Ama o, bu karakterlerden hiçbiri değil. Her albümünde farklı bir hikâye sunuyor dinleyicilere. Farklı bir maske, farklı bir insan… Belki de kendini yenilemeyi, ilerici düşünmeyi bilen sanatçı kişiliğindendir günümüze kadar taşınan başarısı. Klişe bir tabirle ‘efsane’ oluşu. Ya da bunca karakter içinden herkesin kendini benzetecek bir hikâye bulabilmesindendir.
Kaynakça:
“Moonage Daydream (2022).” IMDb, 15 Sept. 2022, www.imdb.com/title/tt9883832.