Bilkent Üniversitesi Turizm ve Otelcilik İşletmeciliği Yüksekokulu 2001 yılı mezunu Bensu Gövsa Tulgar’la memleketi İzmir’de buluştuk. O, kendini hala mezun olduğu yaşta, 23’ünde hisseden, İzmir’e aşık genç bir anne. Gerçekleştirdiğimiz bu samimi röportajı siz GazeteBilkent okurlarına sunarız.
GazeteBilkent: Bize Bensu Gövsa Tulgar’ı tanıtır mısınız?
Bensu G. Tulgar: 26 Mart 1979 da İzmir’de doğdum. Ortaokulu kolejde okudum, lisede Karşıyaka Anadolu Meslek Lisesi’ne geçtim. Turizm Bölümü’ndeydim. 97’de Bilkent’e giriş yaptım. Ortaokuldan gelen bir İngilizce temelim vardı, böylece hazırlığı atladım. 4 yıl sonra, 2001’de mezun oldum. Mezun olduktan sonra, Swiss Otel’de MT yaptım ve ardından Hyatt Regency, İstanbul’da çalıştım. 2003’te evlendim, 5 ve 1 buçuk yaşlarında iki oğlum var. 2006 yılında Bener, O’ndan 40 ay sonra da Eren dünyaya geldi.
GB: Neden Bilkent, neden Turizm?
Tulgar: Ben yeni insanlarla tanışmayı çok seviyorum. Zaten mesleğimin en sevdiğim yanı o. Turizm okumamın sebebi de bu. Üniversite içinse özellikle Bilkent olsun diye düşünmemiştim aslında. Lisedeyken, okuduğum bölümü çok seviyordum. Ben bölümüme çok severek girdim ve onu çok severek okudum. Çok severek çalıştım da aslında ancak orta karar bir öğrenciydim. Aldığım sınav sonucu da Bilkent’e uyunca orayı tercih ettim. Tabii bunun yanında İzmir’den, ailemden uzakta yaşamanın nasıl bir şey olduğu merakı da vardı. Ablam da şehir dışında okumuştu, O’ndan öyle görünce ben de denemek istedim. Puanlarının düşük olması bir avantajdı tabii ama özel okul olsun da istemiyordum açıkçası. Ancak hem koleji hem de devlet okulunu gözlemleyen biri olarak Bilkent’te daha mutlu olacağımı da düşünmedim değil. Sonuç olarak uydu bana. Hani öyle uçarı olduğu düşünülen bir Bilkentli de değildim ben. Bilirsin, adı çıkmıştır bizim bölümümüzün. Ama tabii düzgün insanlar da var; onlardan ikisiyle, üçüyle sıkı dostluklar geliştirdik. Hala da görüşüyoruz.
GB: Onlar da İstanbul’dalar mı?
Tulgar: Hayır değiller. Burcu Beceren var mesela. Ailesinin işinde çalıştığından Bursa’da. Onunla hala sık sık görüşürüz. Yine Didim’de olan bir arkadaşım var, onunla da görüşüyoruz. İstanbul’da çok görüşemiyorum zaten . İstanbul’daki yaşam biraz daha hareketli, zor oluyor. Bu yüzden Facebook’a bayılıyorum işte. Şehir değiştiren insanlar için çok kullanışlı. İzmir’den gittiğinde, İzmir’dekiler yerinde kalıyor. Onları da hayatına taşıman mümkün değil. Ama internet üzerinden, Facebook’la örneğin, kontak kurma şansın var.
GB: Güzel bir giriş yaptığınız iş hayatına erkenden veda etmişsiniz. Nasıl bir süreçti?
Tulgar: Son sınıflar için düzenlenen kariyer günlerinde Swiss Otel’in İK müdüresi ile görüşme şansım olmuştu. Sonrasında Swiss Otel’den Management Trainee için çağrılan 5 kişiden biri oldum. Bu grup içinden ben seçildim ve 13 ay boyunca Swiss Otel İstanbul’da MT yaptım. Mayıs sonu kep atmış, 1 Temmuz ile işbaşı yapmış oldum. Sonraki yıl Ağustos ayına kadar Swiss Otel’de çalıştım. Oradan sonra Hyatt Regency’de çalışmaya başladım.
Bu sırada evlendim. Otelcilik, hele ki evliyken, çok zor bir meslek. Sürekli çalışan bir fabrika gibi düşün. Sürekli başında bulunman gerekiyor, eve gitsen bile herhangi bir saat aranabilirsin. Eşim de Cumartesi-Pazar çalışmayan biri olunca sistem yürümeyecekti. Evlendikten sonra 2-3 sene çalışmaya devam ettim ben. Ancak çocuğumu da kendim büyütmek istiyordum. Bu sebeplerle Mayıs 2005’le beraber işimden ayrıldım.
GB: Diğer insanlara göre daha farklı, daha bilinmeyen bir hobiniz var. Puzzle ile olan bu haşır neşirliğiniz nasıl başladı?
Tulgar: Evde olunca köreliyor insan. Ben de puzzle’lara sardım. Zaten puzzle yapmayı çok severdim, önceden gelen bu hobiyi uğraşım haline getirmiş oldum. Son bir buçuk yılda çok hızlandım. Baktım evde her yer puzzle, “N’apacağım ben bunları? Bari satayım.” dedim. Sahibinden ilanları vermeye başladım. Bir taraftan da Facebook’taki puzzle gruplarına bakıyordum. Hem internette hem de Kadıköy’de hizmet veren bir puzzle satış yeri buldum. Onların sayfalarında kendi puzzle’larımı paylaştım derken beni aktif görmüşler, bu sene başında 4000 parça puzzle hediye ettiler bana. Bitirdiğim bu puzzle’ı sergileme amaçlı gidip gelirken mekanın sahibiyle tanıştım. Gittikçe daha aktif olmaya başladım. Öyle ki, 1000 parcayı 2-3 günde çıkarabiliyorum. Aslında daha da hızlanmıştım ama çoluk çocuk derken yavaşlıyorsun. Şimdiye kadar 4000’e varan parça sayılı 70’e yakın puzzle yaptım. Çevremdekiler “Bensu dur artık yorulmuyor musun?” diyorlar da, “Uyurken bile bu kadar dinlendiğimi hissetmiyorum.” diyorum.
GB: Bener de yardım ediyor mu annesine?
Tulgar: Bener’e kendi boyutunda puzzle’lar alıyorum. Tabii annesinden görünce puzzle’larla ister istemez ilgileniyor çocuk da. Onunkiler 100 ya da 200 parçalık oluyor. Benimkilere de hiç karışmıyor, çok saygılı. Ama Eren öyle değil. Puzzle’ların içine doğduğu halde çok meraklı. “Nerede var? Bozayım.” diye puzzle arıyor. Salonda yapıyordum eskiden, boyu uzayınca oralara da yetişmeye başladı. Şimdi başka bir odaya kapatıyorum kendimi, kapıyı da kapatıyoruz. Eren’den koruyoruz puzzle’larımızı.
GB: Bu hobi ileriye dönük bir planlamada yer alır mı?
Tulgar: Aslında sizinle yaptığım bu röportajın bir başlangıç olmasını istiyorum. Bu röportajı referans alarak, diğer gazetelerle ve yayın kuruluşlarıyla iletişime geçmeye çalışıp, köşelerinde ya da hafta sonu eklerinde bu tarz bir konuya da yer vermelerini sağlamak istiyorum. Böyle etkinlikler olduğunu, insanların hobileri için bir araya geldiklerini, hobilerini grup halinde gerçekleştirmeye çalıştıklarını diğer insanlara duyurmak istiyorum.
Örneğin; Ağustos ayında, Çeşme’de bir etkinlik düzenlemeyi planlıyorum. Asıl amacım bu etkinliklerin uzun vadede de sürmesi. İspanya’da adamlar 24 bin parça için bir araya geliyorlar, düşünebiliyor musun? Tişörtler bastırmışlar, gruplar oluşturmuşlar… Böyle etkinlikler Türkiye’de bilinmiyor maalesef. Aynı şeyden hoşlanan insanların hobileri için bir araya gelmelerinden daha eğlenceli bir şey olabilir mi!
GB: Puzzle, başına geçildi mi bırakılamayan bir eğlence. Günlük işlerinizi aksattığınız oluyor mu?
Tulgar: Başlarda kendimi kaptırmadım değil ama artık oturttum düzenimi. Bener okuldayken ya da televiyon izlerken, Eren de uyuyorken uğraşıyorum puzzle’larımla.
GB:Belki hem puzzle’ı hem de işletmeye dair bilgilerinizi kullanabileceğiniz bir ortam yaratabilirsiniz…
Tulgar: Küçük küçük şeyler yapmaya başladım aslında. Geçtiğimiz Nisan’da Kadıköy’deki şubede bir puzzle yapma etkinliği düzenledik. İkinci etkinliği Ağustos’ta, bu kez Çeşme – Alaçatı’da düzenlemek niyetindeyim. Bu kez tek başıma organize edeceğim. Biraz zor bir organizasyon olduğunun farkındayım. Ancak iki kişi de gelse o puzzle’ı yaymak istiyorum.
Aslında hayalimde de otelcilik işi yatıyor. Her bir odada yaptığım puzzle’lar yer alacak. Lobideyse oldukça büyük bir parça… Çok güzel olmaz mıydı!
GB: Bilkentli günlerinize gidelim biraz da. Bilkent’teki eğitim süreciniz nasıldı Bensu Hanım?
Tulgar: Valla Bilkent yıllarımda sadece iki dersimi F’ledim. Biri tarihti, tarihi hiç sevmem. Diğeri de mikro ekonomiydi. Ancak şunu da belirtmeliyim ki; Bilkent’teyken, önceki eğitim hayatıma nazaran daha başarılı bir profil çizdim. Bilkent’te başarılı bir öğrenciydim.
GB: En çok zorlandığınız/sevdiğiniz ders neydi?
Tulgar: Aslına bakarsan en çok muhasebeyi seviyordum. Çünkü lisedeyken birçok muhasebe dersini zaten almıştım ve üniversitede çerez gibi geldi. A’yla bitirmiştim o dersi. En sevdiğim ders… Bir de Keyboarding’imiz vardı. O da yine lisedeki daktilo dersleri, 10 parmak kullanabilme yetisiyle birleşince oldukça kolay geliyordu. Ama tarihten ve finanstan nefret ediyordum. Mezun olmadan hemen önce Swiss Otel’den kabul almıştım. Son finalim ise Finans’tandı. Düşün artık yaşadığım stresi. Neyse ki geçmeyi başarmıştım.
GB: Bu durumda en sevdiğiniz hoca muhasebe hocanızdı herhalde, değil mi?
Tulgar: Muhasebe hocamla iyiydim, evet ama çok hatırlamıyorum. Sanırım biliyorum ben bunları havasında olduğum için. Bir hocamız vardı, Elif Özdilek; hala Bilkent Üniversitesi’nde. Avrupa Birliği dersimize gelirdi. Hani insanın hayatına yön veren hocalar vardır ya, tam anlamıyla öyle biriydi. Hakikaten bilgili bir hocadır.
GB: Bilkent’e dair bir anınızı anlatın desek…
Tulgar: Bir keresinde mikro ekonomi sınavımız vardı. Uyuyordum, çalan telefonla uyandım. Meğer geç kalmışım sınava. Tabii sabaha kadar çalışmak insanın düzenini altüst ediyor. Bir aceleyle gittim, aldılar da beni sınava ama verememiştim o dersi.
Sonra bir de Sims maceram var. Çok iyi hatırlıyorum. Sim’ime bir çocuk yaptım; çocuk hiç durmadan ağlıyor. Aman Allah’ım delirecektim. Sonra sosyal hizmetlerden gelip, sen bu çocuğa bakamıyorsun diye almışlardı çocuğumu. Bir koydu bana bu, o hafta sonunu odamdan hiç çıkmadan Sims’te çocuk patlaması yaşatmayla geçirmiştim. Oyun filan ama bu da Bilkent’le ilgili anılarımdan.
GB: Peki Bilkentli yıllarımda şunu da yapsaydım dediğiniz bir şey var mı?
Tulgar: Yok, çok keyifli geçirdim ben o yılları. Yaşamak istediğim her şeyi yaşadım. Hatta mezuniyetten sonraki yıllarda, gözlerimi kapatıp Bilkent’teki yurt odamda yatağımda yattığımı hayal ederdim. Şimdi, aradan yıllar geçti tabii, duygusallık biraz daha köreldi ama o günlerin hayali bile çok mutlu ederdi beni.
GB: Bilkentli olmanın ayrıcalık yarattığını düşüyor musunuz?
Tulgar: Tabii ki! Bir defa, vizyon farkın var. Bir Bilkentli’nin olaya bakış açısı herhangi bir üniversiteden mezun olan ya da üniversite eğitimi almamış bir çalışandan farklı. Bir kere, insanlara yaklaşımın farklı oluyor. Aldığımız aile kültürü, Bilkent kültürü ile birleştiğinde parlıyoruz bence. Yani ben öyle hissediyorum. Sorunları çözme yöntemimiz bile farklı oluyor diğerlerinden. Çünkü Bilkent bizi analitik düşünme yetisini kazandırıyor. Aldığımız eğitim bence birçok üniversiteden çok farklı, paralı üniversitelerden bile farklı. O yüzden iyi yönetici oluyor Bilkentliler, bence. Sanıyorum eğitim müfredatımızdan kaynaklanıyor. Güçlü bir sistem var. Seni iş hayatına alıştırıyor.
GB: Bilkentlilere nasıl bir tavsiyede bulunmak istersiniz?
Tulgar: Benim tavsiyelerim işlerinizi severek ve en iyi şekilde yapmaya çalışmanız olacaktır. Okuduğunuz okul sadece bir araç. Eğitim avantajlarınızı iyi değerlendirin. Sevdiğiz alana yönelin ve işinize gönül vererek yaklaşın. Çünkü bu ülkenin kalkınması için de gereken şey bu. İnsanlar sevmedikleri işlerde çalıştıkları için bu kadar aksaklık çıkıyor. Siz sevdiğiniz işi yapın ki ilerleyebilesiniz; siz ilerleyin ki ülke de ilerlesin.
GB: Bize zaman ayırdığınız için teşekkürler Bensu Hanım.
Tulgar: Rica ederim, ben teşekkür ederim.
(Resimler Bensu Hanım’ın yaptığı puzzle çalışmalarından alınmıştır.)