Futbolun doğuşuna ev sahipliği yapan Ada topraklarında düzenlenen Premier Lig zaman zaman İspanya, İtalya veya Almanya gibi diğer üst düzey liglerdeki büyük takımların uluslararası başarıları ve dünyaca ünlü yıldızlarının arkasında kalsa da hâlâ bir çok insan için futbolun ve tutkunun diğer adı. Özellikle son zamanlardaki büyük hisse paylaşımları ve büyük yatırımlarla beraber Premier Lig’de dönen paraların artışı yanında oynanan futbolun, mücadelenin kalitesi de iyiden iyide artmış durumda. Bu yazıda yayın gelirlerinin, reklam ve sponsorluk anlaşmalarıyla birleşip endüstriyel futbolun hegemonyasını kurduğu İngiltere futbolunda köklerine sahip çıkmaya çalışan az sayıdaki kulüplerden belki de en popüler olanı Arsenal’i ve Arsenal’de 20.yılını doldurmaya hazırlanan Arsene Wenger’i ele alacağız.
Wenger’in 1996 yazında başlayan Arsenal macerası inanılmaz bir peri masalı aslında. Bruce Rioch’tan boşalan Arsenal menajerlik koltuğu için dünyanın en büyük futbol dehalarından biri olarak gösterilen Johan Cruyff’u bekleyen Arsenal taraftarlarının hayalleri Monaco’yla kazandığı lig ve kupa şampiyonluklarının yanında UEFA kupasında final gibi somut başarılarına rağmen futbol dünyasında ismi çok tanınmayan Arsene Wenger’in gelişiyle adeta yıkılıyor. Kulübe gelişiyle beraber her fırsatta İngiliz futbolunun tembelliğinden ve düzensizliğinden yakınan Wenger ilk iş olarak sağlık, antreman ve gözlemcilik departmanlarına sağlam bir ayar çekiyor. Bir çok teknik değişiklik ve modern atılımların ardından 1998 yılında gelen Premir Lig şampiyonluğu ve FA Cup Arsene Wenger’in Arsenal ve İngiliz futbol tarihinde bırakacağı büyük izlerin ilk habercisi olarak düşünülebilir. 99’da gelen Community Shield kupasının ardından 3 yıllık sessizliğe bürünen Arsenal 98-2001 arası takımda oluşturulan ve bir döneme damga vuran Pires, Ljunberg, Henry, Bergkamp iskeletinin meyvelerini 2002’de gelen EPL, FA Cup ve Community Shield şampiyonluklarıyla almaya başlıyor. 2004 yılına kadar kupalara ambargo koyan Wenger’in Arsenal’i, birçok rekora imza atıyor ama namağlup lig şampiyonu oldukları 2004 yılındaki bu başarının 100 yılı aşan EPL tarihinde ve aradan geçen 12 senede hiçbir takım tarafından gösterilememesi bu aşamada çok kritik.
2004’ten sonrası ise kimilerine göre başarısızlık kimilerine göre ise istikrar. En son 2005’te kazanılan FA Cup şampiyonluğundan sonra 2006 yılında emektar Highbury stadyumundan Emirates Stadyumu’na geçilmesi Arsenal’in yakın tarihi için çok belirleyici bir dönem çünkü bu tarihten sonra Arsenal ve Wenger için tek amaç kulübün borçlarını kapatmak oluyor. 2006 yılında Barcelona ile oynanan Şampiyonlar Ligi finalinin kaybedilmesi ise geçmişe gidip bakıldığında “Acaba kaleci Lehmann 17. dakikada kırmızı kart görmeseydi dünya futbolu bugün nasıl olurdu?” diye düşündürüyor insana. Manchester City ve Chelsea gibi takımların yaptığı büyük yatırımların yanında Alex Ferguson’un üstün bir menajerlik gösterdiği dönemde Arsenal hem sportif başarı hem de ekonomik olarak rakiplerinin gerisinde kalmıştı. Üstüne üstlük sportif alandaki başarısızlık ve kaçan kupaların yanında potansiyelini görüp yetiştirdiği ve dünya yıldızı yaptığı Fabregas, Toure, Henry, Van Persie gibi çok önemli yıldızları rakiplerine kaptıran ve gelen paralarla büyük yıldızlar almak yerine daha çok genç oyuncuya yatırım yapan Wenger kamuoyu tarafından acımasızca eleştirilmeye başlanmıştı. Her şeye rağmen kulüp ve taraftar onun hep arkasındaydı. Wenger ise her fırsatta Şampiyonlar Ligi’ne üst üste katılma rekoru, futbolcu transferlerinden elde edilen gelirler ve Financial Fair Play kurallarının içinde düzelmeye başlayan kulüp ekonomisine dikkat çekiyordu.
2012 sonlarına doğru alınan başarısız sonuçlarla beraber Emirates tribünleri yavaş yavaş Wenger’e sırt çevirmeye başladı. Onun kulübe her anlamda çok önemli hizmetler yaptığını ama artık süresini doldurduğunu, onun değişen futbol piyasasına ayak uyduramadığını düşünüyorlardı. Wenger ise tüm eleştirilere kulaklarını tıkayarak sadece işini yapmaya çalışıyordu. 2014’te gelen FA Cup ve Community Shield camiayı biraz olsun teselli etse de düzelen ekonomiye rağmen rakiplere oranla düşük ücretli transferler yapılması ve bir türlü gelmeyen lig şampiyonluğu eleştiri oklarını hala Wenger’in üzerinde tutuyordu. 2015-2016 sezonunda Leicester City’nin mucizevi şampiyonluğunda 10 puan geride ligi ikinci bitirmeleri ise asla tesadüf değildi. Mesut Özil ve Alexis Sanchez gibi dünyaca ünlü yıldızların önderliğinde Ramsey, Cazorla ve Wilshere gibi yetenekli oyuncularla Arsenal çok da kötü bir sezon geçirmedi. Premier Lig’e her daim hızlı bir giriş yapıp sezon ortasında düşen Arsenal, 2016-2017 sezonunun ilk maçında enfes bir maç sonucu Liverpool’a 4-3 mağlup oldu, acaba çark terse doğru mu dönecek hep beraber göreceğiz.
Wenger’in Arsenal’de geçirdiği 20 yıla baktığımızda ise onun sadece bir menajer değil adeta hem menajer hem koç hem yönetici hem de baba olduğunu söylemek yanlış olmaz herhalde. Benim nezdimde Wenger’i büyük bir teknik adam yapan bazı satır başları ise şöyle:
Akıl: Wenger’in futbolculuk kariyerinin yanında elektrik mezunu olup ekonomi bölümünde master yaptığını çoğu kişi bilmez. Mourinho’nun bile futbolculuk kariyeri olmaması sebebiyle acımasızca eleştirebildiği bir sistemde onu diğerlerinden ayıran en önemli detay da bu belki de. Wenger futbol tecrübesini ve üst düzey eğitimini çok iyi harmanlamış bir futbol adamı. İngiliz tarzındaki komple takım menajerliğinin anahtar noktası kuşkusuz bu mükemmel altyapısı.
Taktik: İngiliz futbolunun temelleri kuruluşundan beri aynıdır. Hızlı ve tempolu futbol, sert ve akıcı oyun anlayışı. Wenger ise dünya futbolundaki savunmacı bek anlayışını değiştiren insanlardan biri olarak öne çıkıyor. Hızlı ve çabuk beklerin hücuma yaptığı katkıyı ön plana çıkararak büyük çaplı değişimlerin temelini attığını söyleyebiliriz.
Oyuna ve oyuncuya yakınlık: Arsenal altyapısındaki her gencin aile bireylerine ve özel hayatlarına kadar her şeyini bilen ve yönlendiren bir isim olarak Arsene Wenger kesinlikle bir teknik direktörden çok daha fazlası. Rivayete göre takımının yolculuk yaptığı otobüsün klimasını bile hep kendisinin ayarladığı söylenir.
İstikrar ve başarı: Modern futbolun en büyük kıstası sportif başarıdır elbette. Çoğu insan sportif başarıyı alkışlar ama sportif başarının temeline bakmaz. Endüstriyel futbolun getirdiği yüzeysel ve gündelik futbol anlayışının tam aksine Arsene Wenger için en önemli olan kriter getirilen sistemin ki bu sistemin Klopp ya da Cruyff’unki kadar komple olmasına gerek yok, düzgünce işleyip ve sonuç vermesi.
Kuşkusuz Wenger’in, Arsenal’i 90 jenerasyonuna futbolu sevdiren en önemli sembollerden biri. Küçük bir çocukken televizyonda denk geldiğim müthiş Arsenal maçlarının yanında namağlup şampiyonluğun geldiği 2004 senesinde Highbury’deki şampiyonluk kutlamalarını küçük bir restoranda izleme fırsatı bulmuştum. O gün Highbury’deki coşku beni çok derinden etkilemişti. Arsenal’e kazandırdığı kupaların ve yeşil sahalara kazandırdığı sayısız dünya yıldızının ve farklı bakış açısının yanında Wenger’i sevmek futbolu sevmektir. Endüstriyel futbolun beşiğinde her şeye kulağını tıkayıp kendi bildiği yoldan asla şaşmadan her zaman fark yaratan (kış sezonunda hep üstünde gördüğümüz uzun mavi montunu unutmak olmaz tabi) Arsene Wenger futbol için en önemli değerlerden biri ve hep de öyle kalacak. Son olarak Arsene Wenger’in geçen seneki bir kulüp toplantısında sarfettiği bu sözleri alıntılamak istiyorum:
“İyi sonuçlar alamadığımızda, yenildiğimizde bunun insanları nasıl üzdüğünü görebiliyorum. Omuzlarımdaki yük artık çok daha ağır. Sözleşmemin son gününe kadar bu kulübe büyük başarılar getirmeye gayret edeceğim ve bir gün bu işi başkasına bıraktığımda Arsenal’in geleceği çok daha parlak olacak.”
Kaynakça:
http://www.transfermerkez.com/2014/03/dunden-bugune-arsene-wenger.html
http://www.hurriyet.com.tr/bir-teknik-adamdan-daha-fazlasi-wenger-22703080
https://tr.wikipedia.org/wiki/Arsenal_FC