Bugün bir film analizi yapacağım, ama bu bir filmin analizi olmayacak; daha genel olarak bir sinema analizi gibi olacak. Özel olarak da komedi türünü seçtim. Neden komedi? Çünkü komedi filmleri en katmanlı yapıyı bize en yüzeysel şekilde sunan yapımlar.
Ben bir komedi filmi izlerken temelde gülmek istiyorum. “Hoş vakit geçirmek” gibi daha geniş konseptte ve yüzeysel bir ifade kullansaydım bu bütün filmleri kapsayacağı için ayrıştırmama izin vermezdi. Gülerek hoş vakit geçirmek istiyorum. Bir insanın gülmesi için şakayı anlayabilmesi şart, ama aynı zamanda bunu efor sarf etmeden yapabilmeli. Çünkü bilgi işleme sürece dahil olduğunda o büyü yakalanamıyor. Tabii ki bunlar benim kendi gözlemlerim, yine de ne demek istediğimi anlatabildiğimi düşünüyorum.
Ben şahsiyetimle birtakım tecrübelere sahibim, özel bir kişiliğim var. Bunu “ben özel bir insanım” anlamında söylemiyorum. Her insan birbirinden farklı ve yaşadıkları ve kavrayışları da farklı. Sonuç olarak her insan özel, yani özel olmak o kadar da nadide bir durum değil. Bu sebeplerle beni tanıyan biri tarafından bana özel çekilen bir komedi filmi muhtemelen beni en çok güldürecek film olur. Takdir edebileceğiniz gibi bu mümkün değil. Yine de en ideal durumun bu olduğunda anlaşabilirsek, bu ideale uzanan yolda aldığımız keyfi arttırabiliriz. Tabii bunu bir mühendisin problem çözmesi gibi ele almamalı; sezgisel olarak yapmalıyız. Ne demiştim? Bilgi işleme sürece dahil olduğunda büyü kaçıyor.
Bu, madalyonun diğer yüzü için de böyle. Film yapanlar da kârlarını yükseltmek için çok kalabalık kitlelere, kendilerini özel hissettirecek filmler yapmaya çalışıyorlar. Orada işin büyüsü para olduğu için hesap kitap daha çok dahil oluyor sürece. Bu yüzden bazı formüller ve algoritmalar var diyebiliriz. Nasıl işliyor bu mekanizma? Öncelikle bir hedef grup seçilmeli, bu grup ne kadar çok özelliği paylaşıyorsa o kadar iyi olur. Sonrasında bu gruba bazı deneyimler yaşatılarak, daha çok ortak özellik barındıran bir kitleye dönüştürülmeli. Elinde çekiç olan biri tüm problemleri çivi olarak görür, o yüzden film yapan insanlar kitlelere ortak bir deneyim yaşatmak istiyorlarsa film çekmeliler.
Bu kötüye kullanılabilen mekanizmayı istismar eden yapımcılar devam filmi üstüne devam filmi çekerek çok antipatik oluyorlar. Ama benim dikkatimi çeken ve daha masum gördüğüm bir grup var. Bu grup ortak deneyim yelpazesini çok geniş tutarak mümkün olan en geniş kitleye ulaşmaya çalışıyor. Ben de bu bir nevi “kötüye kullanmak” olarak tanımladığım durumu fark etmeme rağmen bundan keyif alıyorum. Böylece iki tarafın da keyif alabildiği bir durum oluştuğu için tam nereye konumlandıracağımdan emin olamadığım bir ürün sepeti meydana geliyor. Selçuk Aydemir etrafında toplanan bu ekibin son ürünlerinden biri de Baba Parası idi ve bana vadettiği keyfi yaşattı. Hem daha öncesinde inşa etmiş olduğu o büyük resim, hem de Selçuk Aydemir ile paylaştığım özel durumların sayıca fazla olması benim aldığım keyfi şüphesiz arttırdı. Bu şanslı konumda olduğum için kendisine bir istisna tanımlayarak bu durumun keyfini sürmeye devam etmek istiyorum. Ayrıca başta söylediğim gibi komedi filmlerinin katmanlı yapısı da böyle bir arka plan paydaşlığına ihtiyaç duyuyor.
Marvel Cinematic Universe başarısı, Netflix algoritmaları ya da Fast & Furious serisi… Bütün bunlar benim başlıkta etiketlemeye çalıştığım, süt veren ineği sonuna kadar sömüren anlayışın farklı yansımaları. Hem yapımcılar hem de izleyiciler farklı farklı sebeplerle de olsa bu durumdan şu anda memnun görünüyor. Benim merak ettiğim şey ise bu metafordaki “inek” hangi grup ve bu süreç zannettiğimiz kadar sürdürülebilir mi?