Gelenek kelimesinin Latin dillerindeki karşılığı olan tradition kelimesinin etimolojik kökeninin, değiş-tokuş anlamına gelen trade kelimesine dayandığı bilinir¹. Etimolojiye sırtımızı dayamanın bizi her zaman düzlüğe çıkaracağına inanmak doğru olmasa da, kimi zaman ondan aldığımız ışık yaşadığımız dünyayı aydınlatmaya ziyadesiyle yarar. Gelenek örneğinde olduğu gibi. Zira, gelenek kavramını bu denli elden ele aktarılan bir öz şeklinde değerlendirmek, yazımızın devamı yolunda iyi bir başlangıç olacaktır.

Müziğin ulaşılabilirliğinin doruklarda olduğu bir çağda yaşıyoruz, daha doğru ifadelerle, ulaşılabilirliğin daha ne derecede artacağını tahayyül etmenin zor olduğu bir dönem. Senfoni orkestrasını dinlemek için Spotify‘da yapılacak birkaç tıklama, en sevdiğimiz Prog Metal grubunu dinlemek için aynı şekilde birkaç playlist karıştırmak yeterli. Öyleyse ulaşılabilirlik çağında, canlı konser kovalamanın lüks bir uğraş olduğunu mu söylememiz gerekir? Cevabım olumsuz yönde. Zira müziğin ulaşılabilirliği ile tat alınması arasındaki çizginin berraklıktan uzaklaşması hoşuma giden olgulardan bir tanesi değil.

Ama her ne kadar böyle bir iddiada bulunsak da, senfoni müzik veya prog metal müzikleri Spotify üzerinden dinlemekle canlı dinlemek arasında “müziğin canlı olması” dışında bir nedensellik kurmak gerektiğine inanıyorum. Konu üzerinde daha yoğunlaşabilmek adına prog metal örneğini bu anda dışlayıp, Senfoni müzik üzerinden değerlendirmeye devam etmek istiyorum.

Bu nedenselliğin ismi yazının başında bahsettiğim gelenek ve daha geniş anlamda kültür ögeleridir. Senfoni müziğin hiçbir safhasında kişisel bilgisayar üzerinden bir programla saatler içerisinde elde edilmeyecek bir harmoni yakalanmaz. Bu demek değildir ki senfoni müziği canlı dinlemek zaman kaybıdır. Tıpkı kahve nesillerinin kahveden alınan hazzı arttırmak adına önemli atılımlar yapması gibi, müziğin yaptığı bu atılımlar her zaman gelenek bağlamı etrafında çerçevelenmiştir.

Demek istediğim şu ki; bir bilet alıp, koltuk seçip, fuayede bekleyip, zamanında girip zamanında çıkıp, alkışlayıp müziğin akustiğini elektronik olmayan biçimlerde deneyimlemek, anlık hazın yanında, yılların bize bırakmış olduğu gelenekler silsilesini yaşatabiliyor olmanın kültürel keyfini de tattırmaktadır. Tam bu noktada, yalnızca müzik dinlemek için değil, keyifli bir akşam geçirmek için, romantik bir randevuya çıkmak veya arkadaşlarla bir mutluluğu karşılamak adına senfoni müzik bağlamında birleşmenin öneminin altını çizmek istiyorum.

Bu yazımda ise, modernizmin altında ezilmemek için direnen bu “elden ele” kültürlerden bir tanesi, hatta belki en sevdiğimden bahsetmek istiyorum, böylelikle kültür, gelenek ve senfoni ritüellerine dair yaptığım saptamalar daha anlaşılır bir biçime bürünsün.

Fransızlar buna bis yahut encore diyor. Türkçede bis² olarak kullanılıyor, İngilizlerde ise encore kullanımı daha yaygın. Bis, Fransızca “iki(nci) kez” anlamına gelen bir ön ek, encore kelimesinin anlamı ise “yeniden”.  Anlam itibariyle ben encore kullanımını daha doğru buluyorum.

Senfonide alkış safhası her zaman önemlidir, ne zaman nerede alkış yapılacağı dağıtılmışsa konser içeriğine dair kataloglarda yazar, dağıtılmamış ise kalabalıkta şarkıların tamamını veya kondüktörün tavırlarını bilip yorumlayabilen biri buna anlaşmasız önderlik eder. En son yapılan alkış ise en değerlisidir. Çağlar boyunca, senfoni orkestralarının sonunda yapılan alkış, bir tür “takdir” mekanizması olarak kültürde yer edinmiş. İlk kullanımlarına rastladığımız 17. yy’da, bise gitmek (kelimenin Türkçe jargonda kullanımı bu biçimde) sanatçıların bir parça daha sergilemeleri için seyirci tarafından verilen destek halinde karşımıza çıkmaktaydı³. Özellikle 19.yy’da ve Franz Listz gibi sanatçıların da öncülüğünde anlam yavaş yavaş bir “takdir sistematiği” haline dönüşmeye başlamıştı4.

Bilinen o ki bis veya encore, en senfoni kültüründeki en büyük yerini bir takdir mekanizması haline geldiğinde edinmiştir. Kimi zaman tiyatroda curtain call olarak karşımıza çıkan ritüelin de kökenlerinin bu gelenekle paralel hale geldiğini söylemek mümkün olur diye düşünüyorum. Zamanında, senfoni dinlemek bir geleneği yaşatmak şöyle dursun, hakiki bir akşam eğlencesi iken, her zaman iyi müzik dinleme şansına erişilmediği veya kondüktörün her zaman işinde yeterince ehil olmadığı görülmekteydi. Kısaca, bir etkinliği beğenip beğenmemek gerçekten de dilemmatik bir durumdu. Bu yüzden insanların kimi gösterilerin sonunda fazlasıyla alkış yapıp yapmayacağı bir kesinlik teşkil etmezdi. Prensibin şu şekilde işliyor, gösteriden sonra kondüktör tıpkı curtain call gibi sahneye birden fazla çıkar ve girer. Bu esnada izleyiciler alkışlamaya devam eder. Her giriş çıkış, gösterinin beğenilme derecesini tayin eder. Belli bir noktadan sonra ise, beğenildiğine emin olan kondüktör, bir parça daha icra eder veya icra edilmesi üzerine konzertmeister’e lütfeder. Bu icraya ise bis veya encore denir.

İşte bu geleneğin günümüzdeki karşılığı ufak bir formaliteden ibaret olsa da, yapısı gereği korunması gereken bir gelenek silsilesini bize yansıtır. Ne kadar da güzeldir!

Notlar

[1]: https://www.etymonline.com/word/tradition#etymonline_v_16852

[2]: https://www.nisanyansozluk.com/?k=bis&lnk=1

[3]: Encore! Belgeseli. Webster (2012)’de atıf yapılmıştır.

[4]: Webster, E. (2012). “One More Tune!” The Encore Ritual in Live Music Events. Popular Music and Society, Vol. 35, 93-111.

Leave a Reply