“Uyuyabiliyor musunuz? Geceleri iki bin hayaletle? Uyumayı bırakın, yaşayabiliyor musunuz, haykırmadan bir dakika yaşayabiliyor musunuz?”
Wolfgang Borchert’in Beckmann’ı herkesten birer parçayı yansıttığından mıdır bilmem, kendisiyle tanıştığımdan beri ona karşı hem koca bir sempati hem de hüzün duyuyorum. Asker olarak geçirilmiş koca bir hayat, hayat denilen şeyin savaşmaktan farksız olması ve hatta hayatın savaşın ta kendisi olması, savaş uğruna parçalanmış bir aile, bunları takiben ölen bir ruh fakat devam eden maddi varlık…
Wolfgang Borchert, Kapıların Dışında (Draußen vor der Tür) adlı tiyatro oyununda savaş sonrası memleketine dönen asker Beckmann’ın hiçbir şeyi geçmişte bıraktığı gibi bulamamasına dem vurmuş, umutsuzluğun ve yalnızlığın bir insanı mesken edinmesini biz okuyuculara gösterme tekniği aracılığıyla yansıtmıştır. Durum o kadar vahimdir ki ölmek isteyen Beckmann’ı, kendini bıraktığı Elbe Nehri bile kabul etmemiştir. Anlayacağınız Beckmann o kadar yalnız kalmış ve kapıların dışına itilmiştir ki ölüm bile kendisine kucak açmamıştır. Ölüm, II. Dünya Savaşı’nın en menfi ve en şayi etkilerinden olması sebebiyle yeni tanrı niteliğindedir. Herkes, ölüme inanmaktadır ancak insanlar öldükçe ölüm büyümüş ve şişmanlamıştır. Ne var ki o koca ölüm dahi Beckmann’ı kabul etmemiştir.
Nitekim Beckmann, “esneyen bütün bir dünya kadar” yorgun düşmüş ve yıpranmıştır. Bu nedenledir ki işlerin yolunda gitmediği, kapıların dışında kaldığımızı hissettiğimiz çeşitli dönemlerde Beckmann ile aramızda içsel bir bağın oluşması kaçınılmazdır. Derslerin, sınavların, gelecek kaygısının, dillendirildikçe büyüyen problemlerin, yaşça büyüdükçe uzaklaştığımız hayallerin bizi yıprattığı çeşitli dönemlerimiz olmuştur. Kimileri bu tür etkilerin üzerlerinde ağır bir yük oluşturduğunu fark ettiğinde ve bu yükün altında ezildiklerinde ya da okyanusun en dibinde debelendiklerini hissettiklerinde bu durumu mantık aracılığıyla açıklamaya yönelirler. Akışta kaybolmak yerine yaşananlar ile duygusal durumları arasında nedensellik bağı kurma eğiliminde olurlar. Bu noktada ben de aynı şeyi yaparak üzerimde dolaşan kara bulutları dağıtma eğiliminde olmuşumdur hep.
Peki ya Beckmann? Beckmann’ın üzerinde kara bulutların dolaştığını, umutsuzluğun, acının ve ıstırabın onu okyanusun en dibine çektiğini, kapılardan içeri girebilmek adına çırpındığı, çırpınırken boğulduğunu göz ardı etmek belki de Beckmann’a yapılabilecek en büyük haksızlık olur. Ancak biz okuyucular olarak bir nedensellik bağı oluşturabilirsek Beckmann’ı anlayabiliriz çünkü Borchert, yapıt boyunca okuyucuların Beckmann’ı mesken edinen ümitsizliğin ne zaman ortadan kalkacağına ilişkin soruları cevapsız bırakmıştır. Kanımca, bu cevapsızlık Borchert tarafından oluşturulmuş bilinçli bir boşluk niteliğindedir.
Wolfgang Borchert’ in Kapıların Dışında adlı eseri, ideallerini ve hayallerini bir kenara bırakıp savaşa gitmek durumunda kalan Beckmann’ın umutsuzluk, yalnızlık, hayal kırıklığı ve çaresizlik ekseninde ilerleyen hayatının hikayesidir. Savaşın iç yüzünü görmek, savaşın toplum üzerinde yarattığı etkiyi gözlemlemek amacıyla bir solukta okuyabileceğiniz bu kitabı herkese tavsiye ederim!