Ve Amerika Birleşik Devletleri yeni başkanını veya çok mütevazice (!) nitelendirdikleri gibi “özgür dünyanın yeni liderini” seçti.
Bilindiği gibi Amerikan siyaseti ve onun elzem bir parçası olan seçimlerin ezelden beri “Hollywood vari” bir mizacı vardır. Adayların ismine çıkarılan hediyelik eşyalardan tutun, sahne ışıkları altında geçen bir kampanya süreci, küçük kirli sırların ortaya çıkmasının “Kasım Sürprizi” adı altında gelenekselleştirilmesi, hatta seçimin sonunda adayların kendileri ve rakipleriyle dalga geçmek için düzenlenen Al Smith Yemeği’nin belli olması gibi pek çok unsur mevcut olunca yabancı ajansları okurken patlamış mısır ve kolanızı alasınız geliyor. Kısacası, Amerikan demokrasisi adayların eline iyi kötü bir senaryo tutuşturuyor.
[pullquote_left]Yüksek tansiyonlu yarışının sonunda ortaya çıkan bu başarının sıra dışı niteliği -tıpkı Brexit gibi- nedenlerini ve olası bir tepki veya mesajın varlığını inceleme zorunluluğu doğuruyor. [/pullquote_left]Seçim sonuçları pek çok insanı şaşkınlığa düşürdüğü için, durumu bu nitelikten yola çıkarak bir tiyatro oyunu teşbihiyle açıklamaya çalışmanın daha yararlı olacağına inanıyorum. Eski “first lady”, dış işleri eski bakanı ve başkanlık eski aday adayı Hillary Clinton’u, kendisine verilen senaryoya geceler boyu çalışmış ve bu azmi ile tüm eleştirmenlerin gözüne girmeyi başaran bir oyuncu olarak düşünelim. Müteahhit ve eski yarışma sunucusu Donald Trump’ı ise aykırı tiratlarıyla eleştirmenlerin başını ağrıtan ama bu sırada seyirciyi güldüren ve karizmasıyla etkileyen yeni oyuncu… 8 Kasım 2016’yı 9’una bağlayan gece itibariyle ile seyircinin toy oyuncunun performansından çok etkilendiğini ve onu ayakta alkışladıklarını görüyoruz.
Birçok yorumcuya göre Amerikan siyasi tarihinin en tartışmalı, şiddetli ve yüksek tansiyonlu yarışının sonunda ortaya çıkan bu başarının sıra dışı niteliği -tıpkı Brexit gibi- nedenlerini ve olası bir tepki veya mesajın varlığını inceleme zorunluluğu doğuruyor.
Her şeyden önce “Yiğidi öldür, hakkını yeme” hesabı, Trump’un bu zaferi sadece, seçmenine ülkenin ilk kadın başkanını atama heyecanını aşılayan Hillary Clinton’a karşı kazanmadığını vurgulayalım. Trump’un zaferi Amerika’nın en sevilen başkanlarından Bill Clinton ve Barack Obama’ya, pek çok Demokrat ve Cumhuriyetçi siyasetçiye, Michelle Obama gibi kanaat önderlerine, aşırı derecede yanlı yayın yapmış medya kuruluşlarına ve adayı “bir domuz, köpek, pervasız bir aptal” diye nitelendiren Robert De Niro’dan Clinton’a oy vermeleri durumunda seçmene oral seks teklif eden Madonna’ya kadar birçok sanatçıya karşı edinilmiş bir başarı.
“Amerikan Rüyası”ndan uyanıldı mı?
“Amerikan Rüyası”, her insanın potansiyelinin en üstüne ulaşma hakkına dayanan ve bu gelişimin tercihen Amerika uzamında gerçekleşmesini bekleyen bir anlayış, aynı zamanda ABD’nin kurucu felsefesi, etiği.
Kitle iletişim araçlarının çok başarılı bir kullanımı ile insanlığa, özellikle gençliğe, davetkarca aktarılan bu algı tamamen yok olmaktan uzak olsa da, 8 Kasım itibari ile büyük bir yara aldı. Zira yeni başkanın seçmenle en çok bütünleşen mesajı yasa dışı göçmenlerin geri gönderilmesi, komşuları Meksika ile aralarına büyük ve “muhteşem” bir duvar örülmesi ve sınırların kapatılmasıydı. Bu uç retoriğin somut siyasete dökümü vize ve iltica başvurularında artan güvenlik araştırmaları, terör ihraç eden ülkelere kısa süreli vize yasağı getirilmesi ve 2 milyon “illegal uzaylının” bir kısmının sınırdışı edilmesi şeklinde vücut bulabilir. Ki bu olası pratik de, “Pumpkin Spice Latte”lerini kapıp “Büyük Elma”da bir apartman dairesi kiraladıktan sonra yavaş yavaş şöhret ve zenginliğe yürümeye meyilli nesilleri hayal kırıklığına uğratacak nitelikten.
Seçim sonuçları alt-orta sınıf beyaz Amerikalıların elite karşı bir galibiyeti midir?
Clinton kampanyası seçimi ağırlıklı olarak Trump’un “cinsiyetçi, ırkçı, homofobik ve İslamafobik” çizgisini topa tutma üzerine kurdu. Bu tiplemenin karşısına ise genel bir cinsiyet eşitliği vaadi, insan hakları savunuculuğu, etkin diplomasi ve doğa sevgisi çıkarıldı. Clinton’un ortaya ekonomiden dış politikaya kadar pek çok konuya ilişkin somut planlar koymadığını söylemek haksızlık olur. Ama açık olan bir şey var ki, onun ve onu destekleyen elitin ülke için önemli gördüğü sorunlar halk tarafından benimsenmedi. Amerika’nın sekiz seçkin üniversitelerinden gelen Obama ve Clintonlar ve onların temsil ettiği Washington siyasi yapısı halk ile bir bütünlük sağlayamadı.
Trump ise bu kopukluğu lehine kullanmayı başardı. Propagandasını iş olanaklarının Avrupa ve Çin’e kaybedilmesi, büyük şirketlerin cebinde olan politikacıların yönettiği Amerikan sistemini değiştirme vaadi, göçmenlere karşı tavizsiz duruşu ve ulusal güvenliğin iç ve dış tehditlere karşı korunması üzerine kurdu. Ve mesajı seçmende yankılandı.
11 Eylül’den sonra ilk defa Orlando’da terörün yıkımına tanıklık eden seçmen de haklı olarak Trump’u Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Antlaşması’nın reklamını yapan Clinton’dan daha güncel ve tanıdık buldu.
Donald Trump kendisiyle ihtilaflı Paul Ryan’ın son dakikada 180 derece dönerek dediği gibi “hiç kimsenin duyamadığını duyan” bir kişi mi yoksa dünyanın yeni tiranı olmaya mı aday zaman gösterecek. ABD sistemi bu kadar aykırı bir sesi entegre edebilecek mi veya devlet ile seçilmiş başkan arasında bir kriz belirebilir mi gibi soruların cevabını vermek için henüz çok erken.
O yüzden bu boşluktan istifade, T.C. Dışişleri Bakanlığı’na seslenmek istiyorum: Hazır Kanada’nın göçmenlik sistemi çökmüşken biz kendimizinkini yenileyelim, yönetimlerinden bunalan Amerikalılara “Turkuaz Kart” alma imkanı sunalım. Bu filmden biz de nasibimizi alalım yani.