Doğru Yaptırım Hadım Mı?

Konuşacak çok şey var. Bir öğrenci gazetesi yazarı için Türkiye bulunmaz Hint kumaşı adeta… İster takribi olarak 2019 itibariyle sona erecek koalisyon hükumeti kurma imkanının, ittifak seçim sistemiyle yeniden canlandırılması konusuna “Gözümüz bi’ yerden ısırdı” diye başlık atarsınız isterse Mehmetçiğin Kuzey Suriye’de yürüttüğü operasyonların dış basın tarafından nasıl çarpıtıldığını yazarsınız. Veyahut şöyle biraz geçmişe gider -tabi geçmiş derken Türk siyaseti standartlarına göre bir zaman ölçüsünü temel alıyorum- ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin Sine-i Millet kararı almasının mı almamasının mı daha yerinde olacağı üzerine bir hesaplaşma yaparsınız.

Benim bu hafta değerlendirmek istediğim konu ise çocuk istismarı vak’alarına verilen tepkiler…

Toplumun Tepkisi 

Geçtiğimiz günlerde korkunç haberlerle karşılaştık. Bu vahamet, biyolojik olarak insan olmanın geniş anlamda “insan” olmak için gerekli ancak yeterli olmadığını bir kez daha hatırlattı. Gerçekleşenlere dair belki de tek olumlu olgu ise toplumun gösterdiği tepki oldu. Bildiğiniz gibi çocuk istismarına karşı büyük bir kampanya başlatıldı. Sosyal medya #ÇocuklarınSusmasın, #ÇocukSusarSenSusma etiketleri ile paylaşılan duyarlılık mesajları ile kaplandı. Ünlüler gerekli adımların atılmasını talep eden demeçler verdi, gösteri yürüyüşleri düzenlendi. Ayrıca mezunu olmaktan büyük bir gurur duyduğum TED Ankara Koleji Okulları 6.000 öğrencisi ile İncek Stadyumu’nda istismara karşı sessiz kalmaya “HAYIR!” dedi. Neticede hükumet konuyu değerlendirmek için bir komisyon kurdu ve siyasetin üst perdelerinden çeşitli açıklamalar geldi.

Tüm bunlar, yaşanan her şeye rağmen Türk toplumun suskun, edilgen bir halktan oluşmadığını ve sivillerin doğru tepkiler vermesi halinde siyasetin bunlara kayıtsız kalmasının imkansız olduğunu gösterdi. Bence geçen Kasım ayında gündeme gelen “tecavüz yasasına” gösterilen tepki sonrasında teklifin geri çekilmesi gibi bu tür sosyal deneyimlerin demokrasi kültürümüz açısından ne kadar kıymetli olduğunu idrak etmeli, sessiz kalmayı reddedenlerin haklarını iade etmeliyiz.

Hükümetin Tepkisi

Anımsattığım üzere cinsel istismar suçlarına karşı alınan tedbirlerin değerlendirilmesi için bir komisyon kurulduktan sonra Adalet Bakanı Abdülhamit Gül “kimyasal hadımın birkaç gün içerisinde yürürlüğe konabileceğini” bildirdi. Elbette bu suçlar için kanunlarda öngörülen cezaların ağırlaştırılması kamu vicdanını, en azından teoride, rahatlatacak ve söz yerindeyse hükumete  puan kazandıracak en hızlı ve uğraş gerektirmeyen yöntem. Öte yandan unutulmaması gereken şey suçun toplumsal bir sorun olduğu, diğer bir ifadeyle hukuka aykırı eylemlerin altında birtakım sosyal sebeplerin yattığıdır. Misal bazı okullarda kız ve erkek öğrencilerin ayrılmasına iktidarın sükutla cevap vermesi, Gazi Meclis’in dününe ve bugününe yakışmayan kavgalara ev sahipliği etmesi ve genel anlamda politikaya egemen olan şiddet üslubunun doğal olarak halka sirayet etmesi bu olayların tetikleyicisi, destekleyicisi değil midir? Şu halde bizatihi cezaların arttırılması toplumsal bir olgu olan suçu yok edemez. Devlet erkanı samimi olarak şiddet olaylarının önüne geçmek istiyorsa üslubunu yumuşatmalı, tasvip etmediği fikirler ve kişilerle helalleşme olgunluğunu göstererek halka bu yolda önderlik etmelidir.

Kimyasal Hadım Üzerine

Gel gelelim getirilmesi öngörülen cezanın karakterine… Kimyasal hadım, yani kastrasyon, faile belirli aralıklarla ilaç vererek testosteron hormonun azaltılması ve cinsel fonksiyonun ortadan kaldırılmasına yönelik tıbbi tedavi anlamına geliyor. Aslında bu tedavi yöntemi Temmuz 2016’da çıkarılan bir yönetmelikte düzenlenmiş ancak yürürlükteki kanunların böyle bir uygulamaya cevaz vermediği gerekçesiyle Danıştay 10. Dairesi yürütmenin durdurulmasına karar vermişti. Meraklısı için yönetmeliğin ve Danıştay kararının bağlantısını buraya bırakıyorum.

Kimyasal hadım önerisiyle ilgili tam adını koyamadığım bir sıkıntı olduğu kanaatindeyim. Peşinen şunu bir kez daha vurgulamama izin verin: Çocuk istismarı affedilebilecek, küçümsenebilecek, katlanılabilecek bir suç değildir. Bahsedeceğim sıkıntı asla bu suçun faillerinin cezalandırılması ile ilgili değildir. Bu kişilerin olabildiğince ağır hapis cezalarına çarptırılması, af ve indirimlerden yararlanmalarının önüne geçilmesi sağduyunun gereğidir. Ancak vücut bütünlüğünün ihlali, yasama faaliyetine bir nevi “kısasa kısas” mantığının egemen olması insanın içine kurt düşürüyor. Bu öneride uzun vadeli sonuçları tartan bir mantığın değil duyguların ve özelinde öfkenin baskın geldiğini görmek zor değil. Devletin korumakla yükümlü olduğu kişilerin vücut dokunulmazlığına doğrudan müdahale etmesi ise ciddi bir çelişki. Hoş bu serzeniş olası uygulamanın hukuka aykırı olmasından ileri gelmiyor. Zira Anayasa yasama organına kişileri rızaları hilafına tıbbı deneylere tabi tutma imkanını tanıyor. Yine söz konusu cezanın kişinin vücut bütünlüğünü koruma hakkının özüne müdahale ettiği, işkence yasağına aykırı düştüğü ya da ölçülülük ilkesine uygun olmadığı kolayca iddia edilemez.  Öte yandan Tekin Akıllıoğlu hocamızın aynı isimli eserinde belirttiği gibi insan hakları kişinin pozitif hukuk tarafından tanınan haklarından öte, sahip olduklarından ziyade sahip olması gereken hakları ifade eder.

Etik sorunlar doğaları gereği çetrefillidir. Bir de üstüne çocuğun saflığı ve masumiyetinin kabul edilemez bir şekilde suistimal edilmesi eklenince muhakeme yeteneğimizin üstüne doğal olarak kara bulutlar çekiliyor. Öyle inanıyorum ki bu denli çetin ve içinde birçok değişkeni barındıran problemlerin çözümü birtakım sabit değerlere, doğrulara başvurmakla mümkün. Somut olayda insanın bedeninin kutsallığı gibi…

Bu aralar aldığım bir ders vesilesiyle Thomas Hobbes’un Leviathan’ını okuyorum ve insanın içinin sıkılmaması işten değil. Hobbes insan doğasının ne kadar güvenilmez, vahşi ve aldatıcı olduğunu anlatıyor. Çok şükür literatürde ona bu konuda katılmayan pek çok kişi var da Poliyanacılığımda yalnız kalmıyorum. Ona göre devlet toplumun her bir ferdinin birleşerek oluşturduğu ayrı bir fert. İkincisi ilkinin iradesini temsil diyor. Buna göre istismar konusunun ele alınmasına karar verdiğimiz gibi istismarcılara ne tür bir yaptırım uygulanacağına da biz karar vereceğiz. O zaman hepimiz şunu düşünelim: kötülüğün ilacı karşı kötülük olabilir mi?

Öyle olsaydı, bir reçeteye lüzum kalmazdı sanıyorum.  

Leave a Reply

1 comment

  1. Begüm Erdoğan

    Leviathan bağlantısı ilgi çekici olmuş, çok da hoş bir yazı. Kalemine sağlık