“Hastalıkta ve sağlıkta, iyi günde ve kötü günde, yoksullukta ve bollukta, ölüm bizi ayırana dek…” diye başlayan antlarla kurulan kutsal bağ, nam-ı diğer evlilik, Frank Sinatra’nın sözleriyle “hor görülemeyecek, es geçilemeyecek bir kurum”. Sanatçı “onla da olmuyor, onsuz da” diye başka önemli bir soruya işaret ediyor ama o şimdilik inceleme alanımızın dışında.
Evlilikleri tasnif etmek için doğru dürüst bir sosyolojik çalışma yapmak gerekebilir ama şöyle bir düşününce hazine avı temalı olanlar, Anadolu’nun bilgiç görücülerinin marifetleriyle kurulanlar, lise aşkı hikayelerinden fırlayanlar falan geliyor akla.
Asıl öylesine göz ardı edilmiş bir izdivaç kategorisi var ki muhtevası boşlanmış olmasıyla hayli ilgili. Mesele: siyasi izdivaçlar… Tabi bundan mecalim House of Cards’ın Underwood’ların sahip olduğu dramatik güç ilişkisi değil, devlet büyüklerinin evlilikleri.
Şimdi “Bu da saçmasapan bir sınıf” diye itiraz ediyor olabilirsiniz. Zaten konunun kökü de buradan salınıyor. Kamuoyunun önemli bir kısmı eşleri siyasetçi olan kimselerin kendilerinden daha ciddi, hiç yoksa daha farklı tasaları, sorumlulukları olduğu gerçeğini görmezden geliyor sanıyorum. “Aynı kumanda kavgası, kayın hısımlarına karşı verilen aynı sınavlar…” akıl yürütmesi yanlış değil ama eksik. Zira politikacıların evlilikleri eşlere, Medeni Kanunu’nun öngördüklerinden gayrı sorumluluklar yüklüyor.
Aile Hukuku’nun tozunu yutmuş olanların iyi bileceği gibi güvenlik krizlerinin stresini, özel hayat alanının daralması derdini, basında baş gösteren asılsız haberlerin sıkıntısını paylaşmak TMK. 185 vd.nın kapsamında değil. Şu halde zorluğu ve görevleri ile başlı başına bir makam olan “devlet başkanı eşi olma halinin” kadrinin kıymetinin bilinmediği ortada.
Geçtiğimiz haftalarda bu durumu düzeltmek için bir adım atmaya niyetlenen çift ise Macron’lar oldu. Kampanya sırasında seçilmesi halinde First Lady’ye “resmi bir statü” vereceğini belirten yeni Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, sözünde durmaya kalktığında yüz binlerce Fransızın tepkisiyle karşılaştı ve neticede geri adım attı.
Bu olayın gündeme getirdiği soru ise şu: First Lady’lik için bir makam ihdas edilmeli mi yoksa sembolik işlevi korunmalı mı?
Bu soruya cevap vermek için evvela başhanımefendiliğin mevcut ve olası fonksiyonları ele alınmalı.
Bir başhanımefendi kendine biçtiği hemen hemen her görevi üstlenebilir. Konumunun belirsizliğinin ona bu noktada hareket serbestisi tanıdığı söylenebilir. Eşi yemin ederken kutsal kitabı tutmak, konuklara ev sahibeliği yapmak ve devlet konağını dekore etmek gibi cinsiyetçi vazifelerin yanında kriz anlarında halka sağduyu aşılayacak bir “Anne figürü” olmak gibi pek önemli hizmetlerde bulunabilir. Ancak tabiatı gereği başhanımefendinin asli çalışma alanlarından biri kadın hakları savunuculuğu olacaktır. Kadınların siyasi, iktisadi ve sosyal yaşantıya katılmasını teşvik etmek, bunun önündeki engelleri aşacak yasalara, eğitim programlarına, farkındalık kampanyalarına ön ayak olabileceği gibi bir rol model olarak kadınlarda “Benim de kocamdan bağımsız siyasi fikirlerim var. Reisicumhurun hanımı çalışıyorsa ben de çalışırım. Geceleyin arkadaşlarıyla bir kahve içmeye gidiyorsa benim de çekinmeme gerek yok.” psikolojisini egemen kılabilir.
Şimdi bu önemli görevlerin kanuna ya da teamüle dayanması gerektiği tartışmasına gelmek gerekirse öncelikle şu sual cevaplanmalı: Yürütmenin sosyoekonomik meydandaki hedeflerine ulaşmasında devlet başkanının eşinin sağladığı önemli katkı sürekli kılınmak isteniyor mu? Cevap evet ise bunu pozitif bir normla bir mükellefiyet haline getirmek çok daha anlamlı olacaktır. Ayrıca teamüle dayandırma şıkkı ataerkil geleneğin kendisini, kamu yararının gerektirdiği ölçüde, kıracak bir yazısız kurala vücut vermesi paradoksunu da barındırmaktadır. Yasa seçeneğinde dikkatimi çeken olası bir tutarsızlık ise her devlet başkanı eşini kamu hizmeti vazifesini reddetme özgürlüğünden men etmektir. Ancak bu noktada da siyasi izdivaçların sui generis niteliği baskın gelmektedir. Zira koca bir millet ve devlet söz konusu olunca bayramdan bayrama görüşmek istediğiniz kaynana pratiğinin uygulama alanı bulamayacağı bariz.
O halde derim ki; Macron’ların yarım bıraktığı işi kadının toplumunda daha çok varlık göstermesini, daha barışçıl, daha sağduyulu bir düzene sahip olmak isteyen her devlet devralmalıdır.
Burada Beyonce’den bir nasihat almak mümkün. “Eğer seviyorsan, üzerine bir yüzük koymalısın.”
Eğer seviyorsan, adını koymalısın.