Demokratik işlevselliğin en önemli parçalarından biri siyasi figürlerin gerçek üzerinde bir monopolisi bulunmamasından geçer. Politikacılar ve yöneticiler halk tarafından analiz edilebilmeli, eleştirilebilmeli ve sorumlu tutulmalıdırlar. Türk siyasetinde ne yazık ki bu durumun aksinde bir sürü örnek var. Bu örneklerden biri yakın zamanda Ali Babacan başta olmak üzere birçok siyasi figürün geçmişlerini inkar eden bir biçimde “saf değişikliği” yapmaları.
Ali Babacan, TBMM’de 22,23,24, ve 26. Dönemlerde Ankara milletvekili olarak görev aldı, 61 ve 62. hükümetlerde başbakan yardımcılığı yaptı, ve 2002 ve 2015 yılları arasında dışişleri ve ekonomi bakanlığı yaptı. AKP’den ayrılmasının ardından 2020 yılında Demokrasi ve Atılım Partisini (DEVA) kurdu ve genel başkanlığını yapmaya başladı.
Siyasi hayat devam ederken fikir ve ideoloji değiştirmek elbette yaşanabilecek ve normal bir durum, ancak bu değişikliğin o anın öncesindeki davranışlar ve alınan kararları silmesini beklemek gerçeği değiştirmeye çalışmaktır.
Hükümette etkili olduğu süre boyunca Babacan, diğer partili meslektaşları gibi AKP’nin ideallerini yerine getirmek için çalışan bir insan konumundaydı. Ayrılma sürecinde neden olarak “kendi ilkeleri ile AK Parti’nin ilkeleri arasında derin farklılıklar” olduğunu göstermesi onun konumundaki biri için imkansız olmalı, ancak halk ve muhalefet bu bahaneyi kabullenmiş görünüyor.
Bir insanın yaptığı şeyi sevmediğini, yanlış bulduğunu anlaması için ne kadar süre gerekir? İdeolojik sorgulama ve yanlışları kabullenmenin getirebileceği hayal kırıklığı ne kadar ağır ve zor olursa olsun, bir partinin vizyonuna inanmadığını fark etmek 15 yıl sürecek bir mesele olmamalı.
Benzer bir olayı Ahmet Davutoğlu’nun AK Parti’den ayrılıp kendi partisi olan Gelecek Partisi’ni kurma sürecinde de gözlemleyebiliriz. Davutoğlu 2009-2014 yılları arası Dışişleri Bakanlığı ve 2014-16 yılları arası AKP Genel Başkanlığı ve Başbakanlık görevleri yaptıktan sonra 2016 yılında istifa etti; 2019’da da Gelecek Partisi’ni kurdu. Herhangi bir siyasetçinin bu kadar yıl boyunca bir partide etkin ve önemli görevler aldıktan sonra partiyle ilişiğini kesmesi üzerine bu yıllar içinde yaptığı her şeyin unutulmasını beklemesi sürreal bir durum.
Bu durum pek çok siyasi ironiye yol açıyor. 25 Nisan’da Osman Kavala Gezi Parkı olaylarıyla bağlantıları nedeniyle açılan davada ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırıldı. Hem Babacan hem Davutoğlu verilen cezalara tepki gösterdi, Babacan kararların hukuki olmadığını savundu. Hem Babacan hem Davutoğlu aynı zamanda ilk açıldığında Gezi Parkı davasında davacı statüsündeydiler.
Bir siyasi partide bu denli uzun zaman geçirmenin ve partiye katkı sağlamanın, kişinin rolünü ideolojik ve teorik bir çerçeveden aktif bir karar alma ve uygulama pozisyonuna taşıması kaçınılmaz. Bu durumda Babacan ve Davutoğlu gibi figürler, partide parçası oldukları uygulamaları karar değiştirdikleri temeliyle halkın hafızasından silemezler. Fikir değişikliklerinden bağımsız olarak etkili oldukları bazı aksiyonlardan sorumlu tutulmaları gerekmektedir.
Bir ülkenin siyasal ve demokratik işlevselliği için politik liderleri davranışlarından sorumlu tutmak gerekir. Eğer öne çıkan siyasi figürler rahatlıkla aksi kanıtlanabilecek yalanlar söyleyebiliyor, kendi geçmişleri ve ideolojilerini oy kazanmak adına değiştirebiliyorlarsa popülizmin ele geçirdiği bir sistem ile karşı karşıyayız demektir. Babacan’ın muhalefet tarafından benimsenmesi Türk halkına nasıl bir ülkede yaşadığımızın çarpıcı bir hatırlatması olmalıdır.