Yazının ilk kısmı için buraya tıklayınız.
Dil devrimini Kemalist modernleşme projesinin en önemli araçlarından biri olduğu gerçeğini ilk yazımızda belirtmekle birlikte, bu projenin en önemli amaçlarından birisinin de kültür değişikliği olduğunu iddia edenlerin sayısını hiç de azımsayamayacağımızı söylemek yanlış olmaz. Bu iddiada bulunanlara göre dil devrimi Kemalist modernleşmeyi sağlayacak, geçmişten – özellikle dini motiflerle bezeli Osmanlı İmparatorluğu – gelen bağların yerini yenileri – modern, seküler olanlar – ile değiştirilme sürecini hızlandıracak bir araçtı. Bu araç ile birlikte İslam’ın Osmanlı İmparatorluğu’nda tuttuğu yer bir bakıma pozitif bilimler ile ikame edilecek, inşa edilmekte olan ‘ulus’un kültür birliği tamamen Cumhuriyet’in kurucu kadrosunun eliyle topluma empoze edilecekti.
Dil devriminin Kemalist modernleşme projesinin bir parçası olarak, ulusun inşa ve yeni bir kimlik/millet oluşturma sürecinde birleştirici bir unsur olarak görenleri haklı çıkarırcasına da birçok olay gerçekleşiyordu. ‘Öz Türkçe’ye ulaşmak adına yapılan en önemli çalışmalardan bir tanesi olan “Güneş Dil Teorisi” ve milli birliği sağlamak adına yapılan “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyası önemli örnekler olarak çıkıyor.
Kısaca bahsetmek gerekirse “Güneş Dil Teorisi”, modern dillerin tamamının “öz Türkçe”den geldiğini ileri sürüyor ve dolayısıyla Türkçenin birçok dilin temelini oluşturduğunu varsayıyordu. Bu teorinin gerçeklik payını tartışmaya bile açık görmüyorum, ancak o dönemde böyle bir teorinin birçok kişi tarafından benimsenmesi ve üzerine çalışması da mutlaka incelenmeye değer. Dil bilimcilerden ziyade siyasetçilerin ilgi gösterdiği bir konu olan Güneş Dil Teorisi ile ilgili en dikkat çekici örneklerden birisi de Ali Fuad Başgil ile Yusuf Ziya Ortaç arasında geçmiştir. Başgil ise anısını şu sözlerle anlatıyor:
“Hiç unutmam, 1935 yazında bir gün, Ada vapurunda rahmetli Eskişehir Mebusu Yusuf Ziya Hoca ile buluştuk. Ankara’dan geldiğini ve beş yüz sayfalık bir eser hazırlamakta olduğunu söyledi. Neye dair diye sordum. Arapçanın Türkçeden çıkma olduğuna dairmiş. Bir de misal verdi: “Firavun” kelimesi Arapça sanılır, halbuki Türkçedir ve “burun” kelimesinden çıkmadır. Burun, insanın önünde, çıkıntı yapan bir uzuvdur. Hükümdar da cemiyetin önünde giden bir şahsiyet olduğu için, Mısır’da buna burun denilmiş, kelime zamanlar içinde kullanılarak nihayet “Firavun” olmuş…”
Kültür değişikliğine giden yolda, ulusu inşa etmek adına yapılan bir başka çalışma da yukarıda bahsedildiği gibi “Vatandaş Türkçe Konuş!” kampanyası olmuştur. Bu çalışma aniden ortaya çıkmış ve üç ay gibi kısa bir sürede de yine çıktığı gibi aniden sona ermiştir. Bu kampanya adından da anlaşılabileceği üzere, dil devrimini yaygınlaştırmak ve kalıcı hale getirmek adına her yerde Türkçe konuşulması ve yazılmasını teşvik etmeyi amaçlıyordu. Ancak Osmanlı’nın multi-etnik yapısından kalan mirastan, eski dilden olduğu gibi kolay kurtulmak (!) mümkün değildi. Bu kampanya her ne kadar kısa da sürse, Türkiye’de yaşayan azınlıklar, özellikle Ermeni ve Yahudi vatandaşlar ciddi sıkıntılar hatta tacizler ile karşı karşıya geldi.
Bu çalışmalar ve kampanyalar doğrultusunda Harf Devrimi’ne en çok karşı çıkan kişilerden birisi de dönemin en önemli isimlerinden, tarih profesörü Prof. Avram Galanti idi. Galanti, yazdığı makale ve kitaplarla devamlı olarak – Arapça harfleri öğrenmenin daha zor olduğunu kabul etmekle beraber – alfabe değişikliğinin gereksizliğinden bahsediyordu. Bu konuyu işlediği en önemli eserlerinden birisi de Arabi Harfler Terakkimize Mani Değildir adlı kitabıdır. Galanti bu kitap boyunca, Arapça harflerin Türkiye’nin ‘muasır medeniyetler’ seviyesine ulaşmasına engel olamayacağını, bir iki ufak faydası dışında da hiçbir şekilde Arapça harflerin yerini tutamayacağını iddia ediyordu. Kitabında da uzun araştırmalar sonucunda Latin harflerin Türkçe’nin yapısı bağlamında Arapça harflerin yerini tutamayacağını iddia ediyordu. Diğer bir yandan Avram Galanti dil devrimi ve alfabe değişikliğinin siyasetçiler tarafından yapıldığını ve dil bilimcilerin fikrinin alınmadığını söylüyor, bu bakımdan da hiçbir ilmi değeri olmadığını iddia ediyordu.
Galanti bu görüşlerinde yalnız değildi. Galanti’ye birçok kimse destek veriyor, dil devriminin bir kültür değişikliği projesi olduğunu savunuyorlardı. Bu kişilerden en önemlisi şüphesiz İsmet İnönü’dür. İsmet İnönü hatıralarını yazdığı kitapta Cumhuriyet devrimlerine de yer vermiştir. Bu devrimlerin arasından harf devrimi için de ayrı bir başlık açmıştır. İnönü defalarca dil devrimi hakkındaki görüşlerini ve çekincelerini Mustafa Kemal’e bildirmiş ve belki de dil devriminin daha geç hayata geçmesine neden olmuştur. Dil devrimi hakkında hatıralarında yazdığı satırlar ise oldukça dikkat çekicidir.
“Harf inkılabı bir okuma yazma kolaylığına bağlanamaz. Okuma yazma kolaylığı Enver Paşa’yı tahrik eden sebeptir. Ama, harf inkılabının bizde tesiri ve büyük faydası, kültür değişmesini kolaylaştırmasıdır. İster istemez Arap kültüründen koptuk. Arap kültürünün ve Arap dilinin tesiri hakkında, yeni nesiller bizim kadar fikir edinemezler.”
Okuma – yazma kolaylığından ziyade kültür değişikliğini kolaylaştırdığını söylese de İnönü hatıralarında dil devrimi gerçekleştikten sonra en sıkı takipçilerinden birisi olduğunu da hatıralarına ekliyor. Sadece kendi yakın çevresinin değil, mecliste bulunan hemen hemen herkesin yazısını da takip ettiğini, eski yazıyla yazmaya devam edenleri uyarmaktan kendini geri tutmadığını not düşüyordu.
Her ne olursa olsun, ciddi bir biçimde üzerine çalışılan dil devrimi birçok kişide olduğu gibi bende de soru işaretleri bırakmıştır. Esas amacını birçok okumaya ve kaynağa rağmen tam olarak kestiremediğim bir devrim ile ilgili ciddi sorular var kafamda. Ancak her şeye rağmen bir gerçek var ki onu da ziyadesiyle açık konuşan İsmet İnönü hatıralarında belirtiyor. İnönü’nün de dediği gibi Arap kültüründen kopma ve sekülerleşme yolunda emin adımlarla ilerlerken dini anımsatan her şey gibi Arabi harfler de Kemalist modernleşme projesinden payına düşeni yaşadı.
Ancak dil ve harf devrimleri gerçekten gerekli miydi? Resmi ideolojinin üzerine söylediği gibi okuma yazma işini kolaylaştırmış, ülkedeki okur-yazar sayısını bir üst seviyeye taşımış olsa da burada esas pay harf devriminin mi yoksa oluşturulan eğitim seferberliğinin midir? Diğer bir deyişle dil devrimi yapılmadan eğitim seferberliği yapılsa, binlerce millet mektebi açılsa ve 16-40 yaş arası okuma yazma bilmeyen herkes bu mekteplere kayıt olsa yine bu oran artmaz mıydı? Ya da bu devrimin temel amacı eğer söylendiği gibi sadece okur – yazar oranını arttırmak ve “muasır medeniyetler” seviyesine ulaşmak ise tonlarca Osmanlıca belge neden Bulgaristan’a atık kağıt olarak gönderilmiştir? Ayrıca Japonya (dil açısından eğitimi Arabi harflere göre oldukça zor olan bir alfabede ısrarcı olmuşlardır) gibi bir örnek bugün karşımızda dururken, Cumhuriyet’in kurucu kadrosu gerçekten de doğru kararı vermiş midir?
[pullquote_left]Yukarıdaki soruların cevapları bir kenara dursun, yazımı bitirirken benim kafamı meşgul eden bu soruları sizlerle paylaşmak ve bir nebze olsun sizleri de bu konu üzerinde düşünmeye sevk etmek istedim.[/pullquote_left]
KAYNAKÇA:
- Avram Galanti, Arabi Harfler Terakkimize Mani Değildir
- Avram Galanti, Vatandaş Türkçe Konuş!
- Ayla Acar, Türkiye’de Latin Alfabesine Geçiş Süreci ve Gazeteler
- Belgehaber.com, ‘Başöğretmen’in öğretmeni kimdi?
- Hale Yılmaz, Becoming Turkish: Nationalist Reforms and Cultural Negotiations in Early Republican Turkey, 1923-1945
- İsmet İnönü, Hatıralar I, 2. Cilt
- Yılmaz Çolak, Language Policy and Official Ideology in Early Republican Turkey