Organizatörlerin Davos’a rakip olacağını söylediği İstanbul Küresel Forumu geçtiğimiz hafta sonu gerçekleşti. Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı ile Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğünün işbirliğinde gerçekleşen forum, zengin bir yelpazeye oturtulmuş konu başlıkları ve hepsi de alanında salahiyetli konuşmacılarıyla oldukça göz dolduruyordu fakat yine de başta bir Davos örneklemesi olunca, haliyle beklentiler had safhadaydı. Forumun, bu benzetmeyle beklentileri yükseltmesinin sebebi Davos’ta gerçekleşen Dünya Ekonomi Forumu’nun konuk profili bence. Ne var ki, İstanbul’da gerçekleşen forum, bu yönüyle hayal kırıklığına sebep oldu maalesef. Yalnız şunu en başından belirtmeliyim ki, bu hayal kırıklığının sebebi organizasyondaki ya da konuşmacıların performanslarındaki olumsuzluklar değil, Türkiye’nin büyük bir bölümünün ilk olarak “one minute” vakasıyla tanıştığı Davos’taki o çok sesli atmosferin burada kendini tekdüzeliğe bırakmasıydı. Oysaki her oturumun ana başlığının adalet kavramıyla ilişkili olması çok sesli havanın oluşmasına imkân verir nitelikteydi çünkü biz biliyoruz ki söz konusu adalet anlayışı olduğunda her etniğin, her dinin ve hatta bireylerin, kendi dünyalarındaki doğrularından ve yaşadıklarından kaynaklı farklı perspektifleri vardır. Mesela başbakanın 2009’da Dünya Ekonomi Forumu’nda katıldığı oturumda İsrail cumhurbaşkanı ve Birleşmiş Milletler genel sekreteri de vardı ve bütün bu insanların aynı panelde bulunması, birçok kavramın ve meselenin çok farklı perspektiflerden konuşulmasını sağlamıştı. Şimdi burada birçokları diyecektir ki; İsrail’in Filistin halkına uyguladığı zalim ve adaletsiz yaptırımlar, bir İsrail cumhurbaşkanı ve bir Müslüman lider tarafından elbette farklı değerlendirilecektir. Benim kişisel kanaatim her ne kadar oradaki moderatörün ayrımcı bir politika izlediği veya İsrail cumhurbaşkanı Peres’in yalan konuştuğu yönünde olsa da, Davos’u uluslararası platformda bu denli nüfuzlu kılan, o oturuma Peres’in ve Erdoğan’ın birlikte davet edilmesiydi.
***
Peki, İstanbul Küresel forumunu bu kadar tekdüze yapan neydi? Öncelikle, başbakanın çok yoğun bir BM eleştirisiyle yaptığı açılış konuşması, iki gün süren oturumların genel havasını belirlemişti aslında. Başbakanın konuşmasındaki BM eleştirisi ben de dahil olmak üzere birçoklarının duygularına tercüman olur nitelikteydi, söylenilenler çok yerindeydi. Aynı şekilde, değişik oturumlardaki farklı alanlardan konuşmacıların benzer eleştirileri de katılımcılar tarafından takdir topladı. Konuşmalar, en basit şekliyle tanımlayacak olursak, Batı dünyasını ve yaptırımlarını yermenin, Esad rejiminin zorbalıklarının anlatılmasının etrafında geçti. Daha önce de söylediğim gibi, forumdaki bütün katılımcılar bu ve türevleri konuşmaların etrafında olduklarından ve dinleyenlere çok da yeni bir şey söylemediklerinden hep eleştirdiğim tekdüzelikten kurtulamadılar.
***
Bu yazıyı, İstanbul Küresel Forumu’nu Davos’taki Dünya Ekonomi Forumu ile biteviye kıyaslamak üzere yazmadım elbette ama adettendir; yazımı yine de bir temenniyle bitirmek istiyorum. Türkiye’de ancak son yıllarda başlayan bu organizasyonların, tıpkı 1971’de Davos’ta başlayan Ekonomi Forumu veya diğerleri gibi nüfuz sahibi olması ve süreklilik göstermesi, katılımcıların ve konuşmacıların Ortadoğu mevzularından daha geniş bir tenevvüde olması naçizane temennimdir.