İnsanoğlu yanlış yapar, yapmamak mümkün değil. Tıpkı Balçiçek İlter’in de dediği gibi.
Konumuz malum, Kabataş olayı.
Bugün köşesinde, malum olay sonrası yapmış olduğu haber ve yanlış bilgilendirme için özür-azar niteliğinde bir yazı yazdı.
Kafası da biraz karışık, belli.
Birkaç da ricası olmuş.
Birincisi,
Kesinlikle gazetecilik dersi almak istemiyor.
İkincisi, ki haklı olarak,
işin içine kadınlığının ve çocuklarının karıştırılmasını da istemiyor. Karıştıranı Allah’a havale etmiş.
Tam da İlter’in belirttiği üzere kendisine gazetecilik dersi verecek değilim. Haddime de değil.
Ancak birkaç satırlık mantık dersi ve vitamin takviyesine kimsenin itirazı olmaz sanıyorum.
Bir yanlış yapıldığı vakit, takip edilmesi gereken iki adım var.
Önce söz konusu yanlışı neden yaptığını tespit etmek ki bu bir yanlış mıdır yoksa ayıp mıdır belli olsun.
Akabinde, yanlışınız birini, birileri incitti ise özür dilemek. Yalnızca özür dilemek.
İlter’in yazısından bazı satırlar…
“Bir kaç gün önce Kabataş görüntüleri çıktı ortaya… Öyle diyorlar, o anmış. Bakın, kesindir diyemiyorum artık. Çünkü son yaşadıklarımdan sonra kime, neye inanacağımı şaşırdım… Kendimden, gördüğümden ve yaşadığımdan şüpheye düşer oldum.”
Öyle ya, gazetecilik mecrası insana gördüğünden, yaşadığından şüpheye düşme hakkı veriyor.
Kendinden şüpheye düşmek ise sıkıntının başladığı yer.
Bu alışkanlık haline gelecekse şayet, bizim bölümü (felsefe) öneririm kendisine. Zira felsefe
bölümü öğrenciliği ya da çalışmaları bu hakkı saklı tutar.
Yok, gazetecilikte ısrar edecekse, yukarıdaki satırların tutumunu haberi vermeden de takip etmesi gerekecek.
Kadınlığını, çocuklarını da incitecek bir şey söyleyecek değilim.
Yalnız ufak bir hatırlatma.
İstanbul’un ortasında 80-100 kadar üstü çıplak, ellerinde deri eldivenli bir grubun, tam gezi olayları sırasında bir kadına şiddet ve tacizde bulunduğunu iddia etmek ricada bulunduğu konuda hataya, ayıba düşmenin en kötü örneklerinden biri.
Çünkü o günlerde çocukları sokakta olan binlerce annenin çocuklarını zan altında bırakıp işin içine karıştırmış olursunuz.
Kendisi sokakta olan binlerce, yüzbinlerce erkeğin adamlığına, insanlığına, arayışına, eylemine gölge düşürmüş olursunuz.
Tam da bu sebepten, emin olmadan kefil olamazsınız. Başkalarının çocukları işin içine karışmasın, kimsenin adamlığına-kadınlığna laf gelmesin diye o haberi yapamazsınız.
Gazetecisiniz,
sanat, sanat içindir misali bir tutum sergileyemezsiniz.
Yine de, hatadır olur. Özür dilersiniz.
Ancak özürü de adam gibi diler insan.
Ödevi beğenilmemiş ilkoluk talebesi gibi, “annem öyle söyledi ama” cinsinden laflar etmez. Suçlu aramaz.
Bu çok mühim görüntülerin ortaya çıkış şekline ya da imkansızlığına gönderme yapıp sonuna ünlem koymaz.
Görüntüler, olur ya sahte çıkarsa, ağız değiştirmiş olmayayım diye,
“Avukatı ifadesinin arkasında” diye laf iliştiremez.
Yapmış işte. Kadının beyanı esastır.
Gazeteciliği öğrenecek pozisyonda olmadığından, mantık ve etik konularında yardımcı olmak niyetim.
Bu yazıyı,
haber yapmadan önce iki, yaptıktan sonra bir kere okumasını dilemek dışında yapabileceğim bir şey de yok.
Allah yardımcısı olsun.