İkinci Dünya Savaşı’nın Yahudi soykırım hikayelerinden birinin Oskar Schindler’in hayatlarını kurtardığı 1000’den fazla Yahudi olduğunu, Steven Spielberg sağ olsun, hepimiz biliyoruz. Spielberg’in Oscar ödüllü eserinde gönderme yapılan Schindler’in Listesi, Schindler’in tabiri caizse yaşattığı Yahudileri içeren 1089 kişilik bir listedir. Siyasi tarihimizin en yakışıklı başbakanı Tansu Çiller’in de bir listesi vardı. Ancak bu listedekileri, Schindler’in listesindeki şanslı Yahudilere “Schindlerjuden” (Schindler Yahudileri) dendiği gibi adlandırırsak, “Çillerkurden”in pek de şanslı bir topluluk olmadığını söyleyebiliriz diye düşünüyorum.
1993 yılında, yine milletçe birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz o günlerde, Özal’ın ölümünün yarattığı siyasi boşlukların en şanslı dolduranı olan taze siyasetçi ve ondan da taze başbakan Tansu Çiller terörle mücadele konusunda ne kadar kararlı olduklarını tüm ülkeye gösterme niyetindeydi. 3 Kasım günü PKK’nın finansal kaynağı olarak sunduğu iş adamlarından gelen yardımları ve örgütün kaçakçılık gelirlerini bitirmek konusundaki kararlılığını sundu Çiller. “Elimizde terör örgütüne maddi yardım yapan iş adamlarının listesi var. Örgüt bu insanlardan haraç alıyor. Bunları kurutacağız” diyordu Çiller. Lafta kalmadı, denedi.
Kurmak için Demirel’den onay almaya çalıştığı, alamamasına rağmen kurduğu çözüm timi KGB (Kamu Güvenliği Teşkilatı) burada devreye giriyor. Eski özel harekatçı Ayhan Çarkın’ın itirafları bu yönde en azından. Listedekilerin bazıları bu tim tarafından tehdit edildi. Yine Çarkın’ın ifadelerine göre bazıları tehdit ciddiyetini daha iyi anlamaları için darp edildi ya da işyerlerine saldırılar düzenlendi. Ama bunlar sadece listenin şanslı isimleriydi. Çiller’in elindeki listeden bahsetmesinden yaklaşık 2 ay sonra Kürt asıllı işadamı Behçet Cantürk’ün ölümüyle başlayan, işadamlarının yanı sıra siyasetçileri, bürokratları da içine alan bir cinayet serisi başladı. Yıllarca devletin bekası için çalışıp sonra belasını talep eden Ayhan Çarkın’ın ifade verdiği davanın konusu olan 19 cinayet var.
KGB’nin işlevi bununla da sınırlı değildi. PKK’nın içinde olduğu iddia edilen uyuşturucu ticareti de bitirilecekti. KGB’de öyle yaptı. Son derece düzgün, yasalara uygun ve kamu güvenliğini tehdit etmeyecek şekilde. Her şey çok nizami gerçekleşt… Tamam, pek de öyle olmadı. Dönemin Çiller’e en yakın isimlerinden Memduh Bayraktaroğlu’nun Çillerli Yıllarım kitabında anlattığı anılarından anladığımız kadarıyla KGB yıllarca Doğu sınır kapılarından gelen uyuşturucunun gümrük kapılarından rahatça geçebilmesine aracılık etmiş. Aracılık payı ise bu timi zengin etmiş. Memduh Bayraktaroğlu’nun kelimeleriyle “milyonlarca -kimilerine göre milyarlarca- dolar” bu ekibe kalıyormuş.
Sigmund Freud I.Dünya Savaşı sırasında devlet-şiddet ilişkisiyle ilgili yazdığı “Savaş ve Ölüm Üzerine” isimli makalesinde devletlerin kötü davranış denilen şeyi yasaklayarken asıl amacının o davranışı yok etmek olmadığından bahseder. Freud’a göre devletin tek yapmak istediği onu tekelleştirmektir. İşte Tansu Çiller tam da bu ifade ete kemiğe bürünsün diye alemlere indirilmiş gibi. Çünkü kendisi hakkında söylenenler doğruysa “terör onun döneminde bitmişti” ifadesi hukuki süreçten anlaşıldığı kadarıyla terörün ve uyuşturucu ticaretinin onun döneminde devlete ait birer alan haline geldiği söylenebilir.
Peki ben bunu neden anlatıyorum? Tansu Çiller’in bundan yirmi yıl önce neyi nasıl yaptığını anlatabilecekcak bir tarih birimi var zaten gazetenin, onlar benden daha belgeli ve ayrıntılı bir şekilde anlatabilir muhakkak bunları (evet, bu bir yazı siparişidir). Ben daha çok bu davanın ucunun henüz Çilller’e ulaşmamasıyla ilgileniyorum.
Acaba ne zaman hesaplaşılacak?
Sanırım pek yakında değil. Gelin yine bu 19 cinayeti ele alalım. İnsan tutuklamaktan daha kolay hiçbir şey olmayan ülkemizde 19 cinayeti konu alan ve dönemin bürokratlarının ve özel harekatçılarının yargılandığı davada an itibariyle tutuklu sanık yok. Sanıkların bir kısmı duruşmaya gelmek zorunda bile değil. Sebep? Çünkü dava savcısına göre müdahil avukatların sanıklara hakaret ve iftira etmek niyeti varmış. Peki tüm bunlar olurken bu organizasyonu kurdurduğu iddia edilen Tansu Çiller nerede? Sanırım en son Kuşadası’nda, bandrolsüz şarap üretiyordu. Ah. Tatlı dokunulmazlık. Sanırım Çiller için fahri olarak devam ediyor.
Çiller’in listesi bize Çiller’den fazlasını kanıtlıyor aslında. Ne zaman hesaplaşılacak sorusunu kısmen cevaplıyor en başta. Kendisi tarih olduğunda. Bize ancak hesaplaşılacak olan, gücünü kaybettiğinde onun karşısına çıkabildiğimizi gösteriyor ya da hatırlatıyor. Siyasi tarihimiz bu gerçeğin kanıtlarıyla dolu. Bu gerçek yüzünden Adalet Partisi 1960 ihtilali ile yüzleşemedi. Bu yüzden Kenan Evreni ancak henüz ölmese de ölmüş kadar olduğunda yargılayabildik. Çünkü onlar tarih oldu. Ve yine bu yüzden Madımak katliamının arkasındaki siyasi aktörler hakkında konuşmuyoruz. Çünkü onlar hâlâ siyasi aktör.
Bu bir cesaret eksikliği mi, yoksa siyasi mekanizmanın yetersizliği mi, onu ben değerlendirecek değilim. En azından bu yazıda değil. Bu yazıda tek bir şeyi değerlendirmeye çalışıyorum: Tarihle yüzleşmenin verdiği zihin konforu. Bizim geleneğimiz bir olayın sorumlularıyla, suçlularıyla yüzleşmek değil, tarihle yüzleşmek. Zaten tarih olan bir şeyin tüm sorumluluğunu üzerinizden atıp diğerlerine “bunlar olurken siz neredeydiniz” diye soramadıktan sonra ne anlamı var ki yüzleşmenin? Hiç eğlenceli değil.
Yani özet olarak, Çiller’in listesi ne zaman mı Çiller’e sorulacak? Kendisi ne zaman tarih olur ve bizim zihinlerimiz ne zaman konfora ulaşırsa.
Endercan
Çok güzel bir yazı yeğenim.Keşke o yazının içine birazda Mehmet Ağar’ı serpiştirseydin.Ağzına ve yüreğine sağlık yeğenim.