Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklarına esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyenler,
Bir yabancı ile konuşmayanlar.
Sınavların yoğun olduğu bu haftalarda gerek psikolojik gerekse fiziksel olarak büyük bir mücadele içindeyiz. Sınavlar haricinde yetiştirmemiz gereken onlarca ödev, proje ve daha nice çalışma, ne yazık ki bahar aylarının güzelliğini gölgelemekte oldukça başarılı. Bir yandan bizleri zorlayan eğitim koşulları bir yandan doğanın uyanışıyla birlikte zihinlerimizi de canlandıran bahar ayları belki de yıl içinde hiç olmadığı kadar kendimizi sorgulamamıza neden olmakta. Çoğumuzun aklından bir kere de olsa geçmiştir “gerçekten doğru yerde istediğim hayat koşulları içinde miyim?” sorusu. Bu zamana kadar kendimiz için birçok karar almış, birçok seçim yapmış olsak da geleceğimiz için aslında değiştirilemeyecek ya da düzeltilemeyecek hiçbir konu bulunmamakta.
Çoğumuz şu ana kadar belki dış etkenlerden kaynaklı belki de kendi inşa ettiğimiz kalelerden ötürü bizden farklı dünyalara gün geçtikçe uzaklaştık. Kendimizi en güvenli gördüğümüz dünyalarımıza kapattık. Belli bir rota çizdik bir günlük ya da bir ömürlük ve o rotadan hiç sapmadan zamanı harcamayı seçtik. Özellikle büyük şehir hayatının hızından ve teknoloji çağının getirmiş olduğu değişimlerden dolayı evimiz işimiz ya da okulumuz arasında mekik dokuyan, kariyerimizi en üst basamaklara yerleştirmek uğruna hırslarla hareket etmeye başlayan robotlar olma yolunda gitmeye başladık. Her gün aynı saatlerde kalkıp, aynı yolları katedip, aynı renkler içinde boğulduk. Sert kış ayları daha da kolaylaştırdı bizler için monoton yaşamlarımızı; çünkü bahanelerimiz hazırdı; hava dışarı çıkılamayacak kadar soğuktu, griydi; yorgun ve mutsuz yüzler monotonluğun eseriydi.
Bahar aylarının gelişi küçük sinyalleriyle haftalar öncesinden içimizi ısıtmaya başlamıştı. Okulumuzdaki ağaçların toz pembe çiçekleri, tenimize yumuşacık dokunan ılık güneş huzmeleri, çimlerin canlılıkla parlayan yeşili bahar için göz kırpıyordu adeta. Kıştan çıkan hüzünlü ruhlar da uyanışa geçti doğa gibi. Sorgulamaya başladık “gerçekten istediğimiz gibi bir hayat mı bizimkisi?”. Bu düşüncelerin hakimiyeti altındayken şiir ilgi alanıma çok fazla girmese de, okumaktan büyük bir zevk aldığım şiirler aklıma geldi. Özellikle ilk okuyuşumdan bu yana beni fazlasıyla etkileyen Pablo Neruda‘nın “Yavaş Yavaş Ölürler” (Die Slowly) şiiri ruh halimi en iyi yansıtan şiirdi. Bu şiir, alışkanlıklarımın ve günlük kaygılarımın monotonlukla harmanlanıp ruhumu esir almasının önüne geçebilmem için bir uyarıcı niteliği taşımaktaydı. Şiirin Türkçe çevirisinden bir bölümü sizlerle paylaşmak istedim; fakat ilgilenenler için İngilizce çevirisinde de çok çarpıcı ifadeler görmek mümkün.
Elbetteki her insanın yaşam koşulları aynı değil ve her hayatın kendine göre birçok zorluğu bulunmakta; ancak dünyalarımızın kapılarını biraz arayabilirsek ve riskler alarak kendimize farklı ufuklar yaratabilirsek hayatı tüm canlılığı ile hissedebiliriz. Umutsuz, yorgun ya da bıkkın olduğumuz her an derin bir nefes alarak sahip olduğumuz güzellikleri düşünüp mutlu olabiliriz. Uygulamaya geçmenin ve düşünce yapılarımızı değiştirerek hayatımızda değişiklikler yapmanın şu an söylediğim kadar kolay olmadığının kesinlikle farkındayım; ama hayatımıza yapabileceğimiz birkaç küçük dokunuşla büyük sorumlulukların ya da sorunların yüklerini hafifletmeyi başarabiliriz.
Benim kısa bir süre için olsa da tavsiyem, bu yazıyı okuduktan sonra kendinize en sevdiğiniz içeceği hazırlamanız ve en sevdiğiniz şarkı eşliğinde biraz hayal kurmanız. Hayalleriniz şu an yaşadığınız sıkıntılardan biraz uzaklaşmanızı sağlayacak ve hayatınıza daha objektif olarak bakabileceksiniz. Belki bu küçücük an, hayatınızda gerçekten yapmak istediğiniz bir değişim için ilk adım olacak, kim bilir. Neruda’nın söylediği gibi rüyalarımızı gerçekleştirmek için risk almayanlardan olup yavaş yavaş ölmektense, kararlarımızla barışık yaşamayı tercih edelim. Bol kahkahalı ve neşeli geçecek güzel günlere…