İlk Blade Runner’ın üzerinden 35 sene geçmiş durumda. Islak, karanlık, karmaşık ve ölü bir dünyanın yaratılması ve bizlere insanlık hakkında soru sordurmasının üstünden 35 yıl geçti. “İyi bir bilim-kurgu nasıl olmalı?” sorusunun cevabıdır Blade Runner. İyi bir bilim kurgu, insana kendi durumunu ve insan olmak ile ilgili bir şeyler anlatmalıdır.

Blade Runner, ilk çıktığı yıllarda çok ilgi görmemiş ve daha sonra kendisine bağlı bir topluluk geliştirip tam manasıyla kült olmuş bir film. Yönetmen Ridley Scot, bilim kurguda klasikleşmiş kalıbın dışına çıkarak insanoğlunun bilim ve teknolojideki gelişimine dair duyduğu büyük umutlarını ve yüceltilmiş tutkularını tersine çevirecek bir dünya yaratmıştı.  Bu dünyada kapitalizmin geleceğine dair ahlaki bir eleştiri de vardı.  Blade Runner, 1940’lı yılların film-noir dedektiflik hikâyelerini distopik karanlık ve kasvetli bir gelecek tasviriyle birleştiren ve yepyeni bir akımın, –cyper-punk’ın- doğmasında birincil etken olan bir filmdir.

Blade Runner(1982) Film Posteri

İlk Blade Runner’da, Replicant adı verilen ve insanlardan daha zeki, daha güçlü veya daha güzel olabilen insan yaratımı “android”leri görürüz. Replicantlar, tamamen organik ve insanlarla aynı görüntüye sahip kölelerdir aslında. Dünya dışı kolonilerde, insanlara ağır gelen işlerde çalıştırılırlar. Fakat  bazı Replicantlar bir şekilde kölelikten sıkılıp dünyaya döner ve filmin çatışması işte burada başlar. Blade Runner adı verilen polis benzeri görevliler, zincirlerinden kurtulmaya çalışan bu köleleri avlar ve bunun adına da “emekli etme” derler. Harrison Ford, Rick Deckard rolünde işte böyle yalnız, çaresiz ve tam anlamıyla kötü durumda olan bir polisi canlandırıyordu.

Blade Runner 2049 (2017) Film Posteri

Blade Runner 2049 ise, öncülünün ardından 30 yıl sonrasını anlatıyor. Film Arrival’ın da yönetmeni olan Denis Villeneuve’ya emanet edilmiş ve ortaya çıkabilecek en iyi sonuç çıkmış.  Geçen 30 yılda Büyük tanrı-şirketlerin sadece isim değiştirdiği, dünyanın çirkinleşmesinin yavaşlamadığı ve Replikantların artık iyiden iyiye kendilerinin farkında olduklarını görüyoruz. Bu filmde ana karakter K (Ryan Gosling) yine bir Blade Runner ama bir replikant olduğunun bilincinde, örneğin, bir noktada amirine şöyle diyor:

Doğmuş olan birini hiç öldürmedim. Farklı olmalı, doğmuş olanın ruhu olur çünkü…

K, açığa çıkması kimsenin işine gelmeyen bir sırrın ortaya çıkmasında rol üstleniyor ve yollar onu ilk filmdeki Rick Deckard’a götürüyor.

Bizi biz yapan deneyimlerimiz midir? Nedir bizi yürüyen bir et yığını olmaktan ayırıp kendimize dair bir şeyler bilmemizi, hissetmemizi sağlayan? 1982 yılında Blade Runner bunun cevabını, “hem insanlar hem de replikantlar için deneyimlere olan bağlarımız ve hatıralarımızın çizdiği sınırlar olarak” veriyordu. Blade Runner 2049, ilk filmin sorduğu soruların üstünden geçmekle kalmıyor, yerine farklı bir öneriyle geliyor; hatıralarımızın yarattığı bu “ben” anlatısının ne kadar kırılgan ve ne kadar hatayla düşebileceğini göstermeye çalışıyor.

K, filmde kendisine ait sandığı hatıralara dayanarak, kendine kendisinin özel, gerçek ve anlamlı olduğuna dair bir anlatı oluşturur. Fakat kendi hafızasındakilerin gerçek olmadığını, onların yerleştirildiğini öğrendiğinde bu umutlar ve kendisine oluşturduğu bu “ben”, dayanacak bir nokta bulamaz. Bu noktada K’nın hafızasından başka bir şeyi temel alarak hareket edişini görürüz: Yapması gereken şeyi yapıp Rick Deckard’ı öldürmez, aksine onu kurtarır. Bu sefer hisleri, kurduğu yakınlık ve samimiyet devreye girmiştir. Hatıraların onun olması değildir önemli olan, o bir kere öyle hissetmiştir ve elinde bu hislerden başka bir şey kalmamıştır.

Bu anlamda K, kendi hikâyesini ilk filmdeki isyankâr replikant Roy Batty ile paralel bitirir. İkisi de hayatlarının son anında başka birini kurtarma kararı almıştır. İkisi de umutlarının boşa çıktığı anda anlamsızlık karşısında boyun eğmemiş ve hayatlarını bir insanı kurtararak hatta aynı insanı kurtararak sonlandırmıştır. Böylece belki de bir anlam hatta belki de bir ruh bulmaya çalışmışlardır.

İnsan, aslında bir öyküden ibarettir. Kendi kendimize anlattığımız bir masaldır insan. Hafızamız, deneyimlerimiz ve oluşturduğumuz algılarla dış dünyaya bakarız. “İnsandan daha insan” sloganıyla piyasaya sürülen 2049’un yeni replikantları, bizim yaşadığımız varoluşsal krizleri daha da üst seviyede yaşarlar. Çektiği acılarla da  insan daha insandır ve böylece kendi durumumuza ayna tutarlar.

İlk filmdeki monolog aklımıza gelir. Yağmurdaki gözyaşları gibi kaybolacak anılarımıza dönüp bakarız ve ne kadar da kırılgan olduklarını görürüz. Biz insanız halbuki. Biz doğduk. Ruhumuz nerede saklı?

Bütün bu anlar kaybolacak, yağmurdaki göz yaşları gibi.

Leave a Reply