Atatürk Havalimanı’ndaki ‘Türkiye- AB Sivil Toplum Diyalogu Projesi Fotoğraf Sergisi’ açılışına Avrupa Birliği Bakanı ve Baş müzakereci Egemen Bağış’ta katıldı. Açılışın ardından sergiyi gezen Bağış, gazetecilerin sorularına da cevap verdi.
Gazetecilerden biri Bağış’a “Bugün gazetelerde Avrupa Parlamentosu’nun (AP) bir açıklaması var. ‘Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) lâik yapısı korunmalıdır.’ deniliyor. Böyle bir açıklama ilk kez yapılıyor. Bu konuda ne diyeceksiniz?” sorusunu yönlendirdi.
Gelen soru üzerine Egemen Bağış “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin veya Türkiye’nin herhangi bir kurumunun Türkiye’nin lâik yapısıyla ilgili hiç kimsenin endişe duymasını gerektirecek bir şey yok. Türkiye demokratik, lâik bir sosyal devlettir. Türkiye’nin demokratik, lâik, sosyal yapısı, devlet ve hukuk devleti olma yapısı da hükümetimizin, iktidarımızın ve anayasamızın güvencesi altındadır. Kimsenin endişelenmesine gerek yoktur. Türkiye kendi laikliğini, demokrasisini, sosyal devlet anlayışını ve hukuk yapısını koruyabilecek güçtedir. Kimsenin tavsiyesine de ihtiyacı yoktur.” cevabını verdi.
Haberi okuduğumuz zaman Bağış’ın sözlerine hak verenler de olacaktır karşı çıkanlar da. Ancak gelgelelim asıl konumuz Bağış’ın kurduğu cümlelerdeki ayrıntılardan ibaret. Çünkü Bağış sorulan soruya cevap verirken “Türkiye demokratik, lâik bir sosyal devlettir.” demiş. Bu cümleyi okuduğum zaman aklıma gelen ilk şey Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “dindar nesil yetiştireceğiz” sözleri ve bu söylemle, Başbakan tarafından atanan bir devlet bakanının söyleminin ne denli çeliştiği oldu. Çünkü lâik bir ülkenin Başbakan’ının, zannediyorum “dindar nesil” vurgusu yapmaması gerekir. Bunun nedenini de aşağıda yazacağım maddelerden anlayabiliriz.
Son zamanlarda bu kadar sık kullandığımız lâiklik kelimesinin anlamını ve bir devlet için önemini belirtmek gerek diye düşünüyorum. Bizlere lisede lâiklik öğretilirken en basit anlamıyla din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması cümlesi kuruluyor. Ancak laikliğin din ve devlet işlerinin ayrılığının dışında bir de din hürriyeti cephesi mevcut. Din hürriyeti, vicdan ve ibadet hürriyeti olmak üzere iki durumu içermektedir. Vicdan hürriyeti, bireye istediği dine inanma ya da inanmama özgürlüğünü sunuyor. İbadet hürriyeti ise bireyin inandığını dinin gereklerini serbestçe yapabilme özgürlüğü tanımasıdır. Din hürriyeti genel anlamda bireyleri ilgilendiriyor da diyebiliriz sanırım. Ancak, din ve devlet işlerinin ayrılığı cephesinin geçerli sayılabilmesinin belli başlı ve belki de daha ağır koşulları mevcut. Çünkü din ve devlet işlerinin ayrılmış olması için 1) Resmi bir devlet dininin olmaması, 2) Devletin bütün dinlerin mensuplarına eşit davranması, 3) Din kurumlarıyla Devlet kurumlarının ayrılmış olması, 4) Devlet yönetiminin din kurallarından etkilenmemesi gerekmektedir.[1]
Resmi bir devlet dininin olmaması demek, devletin herhangi bir dine üstünlük tanımaması, o dinin kurallarını kanunlarını herhangi bir yol ile vatandaşlarına uygulama zorunluluğu kılmamasıdır. Kısaca, devlet, tüzel bir kişilik olmasından ötürü bir din sahibi olamaz ve bir dini empoze etmeye çalışamaz. Böyle bir durumda da o ülkenin Başbakanının ‘ dindar nesil’ açıklaması laiklik ile ters düşer.
Devletin bütün dinlerin mensuplarına eşit davranması Anayasamızda madde 10’da açıkça ifade ediliyor. 10. Maddeye göre; “ Herkes, dil, ırk renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” Bu maddeye göre herkes kanun önünde eşit ama günlük hayatımızda Başbakanından tutun da yeni doğan bebeğine kadar bu eşitlik pek de söz konusu değil sanırım. Çünkü aynı dinin mensubu da olsak aynı siyasi pencereden bakılmıyorsa “tinerci” olarak sıfatlandırılabiliyorsunuz.
Din kurumlarıyla devlet kurumlarının ayrılmış olması, en basit haliyle “dine bağlı devlet”, “devlete bağlı din” olmaması ilkesi ile anlatılabilir. Son olarak, devlet yönetiminin din kurallarından etkilenmemesine geldiğimizde en kabataslak haliyle hukuk kurallarının din kurallarından etkilenmemesi olarak anlatabiliriz.
[1] Özbudun, Ergun, Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara 2011 ( 12. Baskı) sayfa 79-84