Hepimizin yaklaşık on yıldır hayatında olan “Je veux” ile sizleri yeniden tanıştırmak istiyorum. Kulaklarınızda çalmaya başlayan melodinin, gözleriniz ile “Je veux” birleştiği an ortaya çıktığına emin olmak hiç de zor değil. Kendisini unutturmayacak kadar güçlü ve bir o kadar da ünlü olan bu şarkı ile aslında hepimiz bir şekilde tanıştık. Peki her birimize mutluluk, dans etme isteği ya da bahar aylarını yaşıyormuş hissi veren bu şarkının anlamıyla gerçekten tanışıyor muyuz? Şarkının ritmik ve hızlı melodisi arasından güçlükle seçebildiğimiz “Chanel, limousine, Tour Eiffel” gibi birkaç kelime diğerlerinin arasından sıyrılarak dikkatimizi çekmeyi başarabiliyorken, geri kalan iki veya üç dakikanın bize neler söylediğini hiç mi merak etmiyoruz?
Herkese “Je veux” diyerek “istiyorum” demeyi öğreten Zaz, şarkısında aslında melodinin biz farkında olmadan bize hissettirdiği gerçek mutluluğu anlatıyor. Kalıplaşmış ve çoğu kişi tarafından kabul edilen görgü kuralları, paraya çok fazla anlam yüklenerek sahip olunan varlıklar ya da sınırı belirlenmiş ama ismi özgürlük olan duvarlar ile yaşamanın zorluğunu ifade ederek aslında gerçek mutluluğu tanımlamaya çalışıyor. “Je veux de l’amour, de la joie, de la bonne humeur” diyerek aslında hepimizin ihtiyacı olan ve hayatlarımızın hızlı akışına esir olmuş biz modern insanların iç sesine dikkat çekiyor. “Aşk, keyif, neşe istiyorum” sözleriyle onun için gerçek olan mutluluğun ve özgürlüğün kendince sınırlarını çiziyor ve duvarlarını kendisi örüyor.
On yıl önce yazılmış bu sözlerin aktarmak istediği durum ile günümüzde yaşadığımız koşullar ne yazık ki hala birbiri ile örtüşüyor. Herkesin “kendi mutluluğunu bulmak” gibi bir amacı ve aynı zamanda durmaksızın akıp giden, keskin sınırlara sahip bir hayat koşuşturması var. Bu öyle bir hız ki hala kimse içsel mutluluğunu gerçekleştirecek anı bulamamakta ve bu akış içerisinde zamansızlığa doğru yol almakta. Öyle ki bundan yaklaşık 2500 yıl önce yaşamış olan Hipokrat bile bu konuda söylediği, “Ars longa, vita brevis, occasio praeceps, experimentum periculosum, iudicium difficile.” Latince deyişiyle ünlü. “Sanat uzun, hayat kısa, fırsat kaçıcı, deneyim aldatıcı, karar zor.” anlamına gelen bu söz ile Hipokrat bize, Zaz’ın sözlerinde anlatılan hayatın 10 yıl içerisinde hala değişmediğine olan şaşkınlığımızı katbekat artırmak için fazlasıyla yeterli bir olgu sunuyor.
Bizi içerisine alan “zamansızlık”ın sınırlarını kabul etmenin de yıkmanın da temelinde bence “Je veux” diyebilmek yatıyor. Şu ana dek okuduğunuz kitaplarda misafir olduğunuz hayatları, herhangi bir dünya dilinin dört dakikalık bir şarkı ile size anlattığı hikayeyi veya sadece iki saatlik bir filmde tanıştığınız insanları saymaya çalışırken kuşkusuz zaman kavramının içerisinde kendinizi kaybetmiş hissedeceksiniz. Tüm gününüzden sadece iki saat ayırdığınız bir filmden ya da en fazla bir haftanızı alabilen bir kitaptan kazandıklarınız gözünüzün önüne gelecek ve “zamansızlığın” büyüsüne şaşıracaksınız. “Ars longa, vita brevis…”, yani “Sanat uzun, hayat kısa…” ifadesi, dünyada hala keşfedilebilecek onlarca müzik, film ve misafir olunacak sayısız hayatı anlatmak için bu dört kelime oldukça kolay ve bir o kadar da güçlü bir etkiye sahip. Tek yapmanız gereken Zaz’ın melodisini kulaklarınızdan hiçbir zaman eksik etmeyerek her zaman “Je veux” diyebilmek!
Tekrar tekrar” Je veux” dinleyebilmek için: https://www.youtube.com/watch?v=7X9kpHB7Aow
Kaynakça: https://tr.wikipedia.org/wiki/Vita_brevis,_ars_longa