Bilim ve teknolojideki gelişmeler hayat kalitemizi gerçekten yükseltir mi? Binlerce yıldır merak ve öğrenme dürtülerini kovalayan insan, nihai hedefi olan mutluluk ve huzuru hep daha iyiyi arayarak bulabilir mi? Yoksa, günümüze son sürat devam eden teknolojik gelişmeler bizi hiç istemediğimiz noktalara taşıyabilir mi? Hem de suyu yavaş yavaş ısıtılan bir kurbağa gibi, usulca ve hissettirmeden… Bilimsel gelişmelere rağmen insanlığı karanlık bir geleceğin beklediğini savunan bu düşünce, eski Yunancada “olmayan yer” anlamına gelen distopya kavramı ile açıklanıyor. İşte Gen Urobuchi tarafından yazılan Psycho Pass, günümüzden yüz yıl sonrasındaki dünyayı distopik bir şekilde sunan, teknolojik gelişmelerin tetiklediği ideal toplumu gözler önüne sererken seyirci sürekli bir sorgulamaya iten bir anime serisidir.

Japonya, 22. yüzyıl. Ruh sağlığınız, yapay zeka tarafından “Psycho Pass” adı verilen bir nöropsikolojik analizle tıpkı bedensel sağlığınız gibi ölçülebiliyor. Hatta sağlıklı bir Psycho Pass’a sahip olmanız, yasal olarak toplumun bir bireyi olmaya devam edebilmeniz için bakılan en temel ölçüt. Ruh sağlığınızı her hafta kontrol ettirmeniz, devlet tarafından zorunlu tutulmakta. Ayrıca güvenlik kameralarına monte edilmiş ruh sağlığı radarları ve kendi Psycho Pass’ını kontrol edebileceğiniz mobil uygulamalar da mevcut. Bu ölçümlerde çeşitli “renk tonları” referans alınıyor. Mesela açık mavi bir renk tonuyla uyandıysanız verimli ve mutlu bir gün sizi beklerken, koyu yeşil bir renk tonunuz radarlar tarafından saptandığında ise etrafınızda bitiveren drone-polisler tarafından rehabilitasyon tesislerine yönlendiriliyorsunuz.

 

Bir kaza mı geçirdiniz, sinirleriniz mi bozuk ya da çok stresli bir gün mü? Gözlerinizin önünde travmatik bir olay mı yaşandı? Eğer kendi zihninizi kontrol etmeyi beceremiyorsanız, hiçbir suç işlemediğiniz halde renk tonunuz kirlenebilir ve anında toplum için potansiyel suçlu haline gelebilirsiniz. Renk tonunuz belirli bir değerin üzerine çıktığında, yapay zekâ sizin geri dönülemez biçimde hasta olduğunuza karar verir ve hayatınızın geri kalanını toplumdan tamamen izole edilmiş terapi odalarında geçirirsiniz. Eğer ki renk tonunuz siyaha yaklaşmışsa, toplumun ruh sağlığı adına bir tehdit olduğunuza karar verilerek oracıkta infaz edilirsiniz—hiçbir suç işlememiş olsanız bile.

Düşüncelerin kanunlardan kaçamadığı bu topluma yüzeysel baktığınızda mutluluk ve huzur görüyorsunuz: Düşük suç oranları, sizin için hangi mesleğin en iyi olduğuna karar veren yapay zekâ, üzülmenize veya strese girmenize bile izin vermeden size verilen antidepresanlar… Mutluluk için gereken her şey başkaları tarafından ince ince düşünüp planlanmış. Fakat derinlere inildiğinde, ruh sağlıklarını koruyamadıkları zaman hayatlarının biteceğinin farkında olan insanların, korkmaktan bile korkarak düşünmeyi ve sorgulamayı tamamen bıraktıklarını, bırakamayanların da rehabilitasyon tesislerine hapsolduklarını görüyoruz. Hatta bu durum öylesine ilerlemiş ki, çağının önemli düşünür ve sanatçıları, istemsiz olarak sürekli sorgulayan ve üreten beyinlerinden duydukları endişeyi bastırmak için kullandıkları antidepresanlara bağımlı hale gelerek kurgusal bir hastalık olan Eustress Bozukluğu’na yakalanıyorlar. Strese ve adrenaline karşı duyarsızlaşan vücut, önce zihni, sonra da bedeni uyuşturarak yavaş bir ölüme sebep oluyor, “insanlığın arzuladığı, ‘huzur’ denen bir ölüme.” İşte bu sebeple, bilim ve teknolojideki ilerlemelere rağmen insanların ortalama yaşam süresi gözle görülür bir biçimde kısalıyor. Aman dikkat! Bunları düşünmek bile sizi potansiyel bir suçlu yapabilir!

 

 

Bu yapay mutluluk dünyasında, milyonda bir de olsa “suça duyarsız” bireyler ortaya çıkabiliyor: Ne yaparsa yapsın renk tonu değişmeyen, sistem tarafından sağlıklı bulunan insanlar. İşte bunlardan biri olan Makishima, bu yozlaşmış toplumda insanın gerçek doğasını arıyor, geçmiş düşünürlerin felaket senaryolarını gerçeğe dönüştürüp toplumun önüne fırlatarak; kurulu düzeni, tehditkâr mutluluklarının değerini sorguluyor ve sistemi kökünden sarsmak için pek çok suça karışıyor. Toplum Güvenliği Bürosu’na “Düşmanınız gerçekten ben miyim?” diye sorarken herkesi suç, adalet, yaşam, iyi ve kötü kavramlarını soğukkanlı cinayetlerle sorgulamaya zorluyor. Kırık hayatlar, düşünmekten korkan insanlar, yargılanamayan suçlar ve mutlak huzurun ulaşılabilirliği… Düşünce kalıplarınızı kırmak için kesinlikle izlemeniz gereken, kısa bir seri Psycho Pass.

 

 

Leave a Reply