Çalışmalarını incelediğim zaman, kullandığı renkler ile bana canlılık duygusunu yaşatan değerli sanatçı Yasemin Kaçkar-Demirel, başarılı çalışmaları ile yurt dışında oldukça ses getiren bir ressam. Onu farklı kılan ve sanatseverlerin ilgilisini çeken nedenler, kendine özgün ve canlı bir ritme sahip olan bir tarzının olmasıdır. Kullandığı renkler ve formlar, sizi çalışmaları içinde kısa bir yolculuğa sürüklüyor. Resimlere odaklanıyor ve içlerindeki derin anlamı çözmeye çalışıyorsunuz. Farklı materyalleri birleştirerek oluşturduğu işler size keyifli bir deneyim yaşatıyor. Kendisine, başarılı kariyerini elde edene kadar yaşadığı süreci ve merak ettiğimiz daha birçok soruyu sorduk. O da, tüm samimiyeti ile cevapladı.
GazeteBilkent: Öncelikle röportaj isteğimizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ediyoruz. Bize kendinizden kısaca bahsedebilir misiniz?
1978 İstanbul doğumluyum. 2001’de Mimar Sinan Üniversitesi Resim Bölümü’nden mezun oldum ve Amerika’ya gelerek Chicago yakınlarındaki Northern Illinois Üniversitesi’nde master eğitimime başladım. 2004’te resim masterimi tamamladım ve ek olarak ‘Museum Studies’ sertifikası da aldım. Masterımı tamamladıktan sonra Nehring Center Gallery‘de galeri direktörü olarak çalıştım. 13 senedir Amerika’da yaşıyorum. Son 9 senedir eşim ve oğlumla birlikte New York şehrinin banliyösü olan Westchester’da yaşamakta ve stüdyomda sanat çalışmalarıma devam etmekteyim.
GazeteBilkent: Şu an yurt dışında yaşıyorsunuz. Sanata olan tutumu ve gelişimi ele alırsak, Türkiye ve yaşadığınız yer arasındaki farkı veya benzerlikleri paylaşır mısınız? Neden orada çalışmaya karar verdiniz?
Master yapmayı üniversite süresince hep arzuluyordum. Kendimi sınamam, geliştirebilmem ve sanattaki eğilimimi tanımam için uzaklaşmaya, farklı bir mekâna gitmeye ihtiyacım vardı. Hiç görmediğim Amerika beni en çok çeken istikamet oldu. Bu şekilde, başvurularım sonucu Amerika devri başlamış oldu. Amerika’da deneyimlediğim; sanata olan profesyonel yaklaşımla beraber, belli bir standardın oturtulmuş olması ve bu hususta sadece sanat alanında değil, her anlamda bireye verilen değer oldu.
Son on küsur senede İstanbul’da birçok galeri, müze ve sanat merkezi açılmaya başladı. Ama bence en önemli sorun; hala ülke genelinde eşit eğitimin verilememesi, sanatın geri plana atılması ve hatta önemsizleştirilmesi. Küçük büyük herkesin sergi gezmeyi alışkanlık, doğal bir rutin haline getirmesi gerekiyor. En az özel sektörden sağlanan fonlar ve bağışlar kadar, devlet desteğinin olması şart.
GazeteBilkent: Yerli ve yabancı birçok önemli sergide yer aldınız. Bizlerle deneyimlerinizi paylaşır mısınız?
Beni heyecanlandıran projelerden biri, 2011’de Israil’den bir küratörün ‘International Plain Notebook Project’ için boş bir okul defterini adresime yollaması oldu. Her sayfaya, elimde olan kullanılmış kumaş baskı mühürlerini farklı renkte bastım ve sonradan kalemle mühürlerdeki motiflerden yola çıkarak minik haritalar çizdim, kitabı örmüş olduğum bir parçayla kapladım. Sergi geçtiğimiz Eylül’de gerçekleşti ve artan sanatçı katılımıyla devamı da gelecek gibi planlanıyor. Bu işimden çektiğim dijital imajları bir videoda derlemeyi planlıyorum.
Bir de 2010’da İtalya’da seçildiğim workshopta, bir hafta süre içinde mekânın gelip geçiciliğiyle ilgili bir iş gerçekleştirmemiz istenmişti. ‘In Between’ adını verdiğim yerleştirmemde, geri dönüşümlü yapı malzemelerini daha önce aşina olmadığım şekilde kesip, biçip, yapıştırıp, çivileyerek üç boyutlu bir form oluşturup üzerine boya ve örülmüş yün parçalarıyla müdahale ettim. Bulunduğumuz Monza şehrinden çektiğim, içinde ark ve tünel kavisi ögelerini barındıran mekân fotoğraflarını da ‘slide show’ halinde yerleştirmemin bir bölümüne projekte ettim. Beni ek olarak heyecanlandıran, workshop bitimindeki sergi açılışında; köşeye oturup örmeye devam ederek ve yanıma yaklaşan izleyicilere ‘Devam eder misiniz?’ diye sorarak, onlarla diyalog içine girip işimi izleyici katılımına açtığım mini bir performans deneyimi oldu.
GazeteBilkent: Çok başarılı ve tarzınız ile fark yaratan bir sanatçısınız. Çok emek ve zaman ister sanat. Daha çok ilgi uyandırmak için de farklı olmak gerek. Sizi diğer sanatçılardan farklı kılan, başarımın nedeni budur dediğiniz şey nedir?
Farklı ve başarılı olacağım diye bir iddiam yok. Aklımda devamlı dolaşan, beni heyecanlandıran, ilham verici kompozisyonlar oluşmakta. Çoğu zaman, kafamdaki düşünceler uygulamada olduğundan daha çok meşgul ediyor beni. Atölye zamanımda her şeyin doğal, zorlanmadan, rahatça bir araya gelmesi gerekiyor. Benim için önemli olan yaptıklarımın dürüst olabilmesi; ancak bu sayede savunabileceğim işler çıkartabilirim. İşlerimi; başladığım ritmi kaybetmemem için kısa sürede, seri şekilde tamamlamayı tercih ediyorum. Bulunduğum mekânlarda bizzat deneyimlediklerimi, hissettiklerimi harmanlayıp yeniden yapılandırmaya çalışıyorum ve bu noktada samimi duygularımı yansıtabiliyorsam bence bu bir başarıdır. İzleyicinin bağlantı kurabileceği, paylaşabileceğimiz ortak bir parça yaratabilmek beni mutlu eder.
GazeteBilkent: Tarzınız alışılmışın dışı. Kullandığınız renklerin canlılığı ve yoğunluğu izleyiciyi, resimlerin içinde küçük bir yolculuğa çıkarıyor. Siz tarzınızı nasıl tanımlıyorsunuz ve çalışmalarınızla vermek istediğiniz mesaj nedir?
Resimlerimde mekânlardaki fiziki ve duygusal parçalanmaları ve yeniden yapılanmaları konu ediniyorum. Anlatımsal ve soyutlama arası gidip gelen bir yorumum var. Mekanların dinamik ya da statik yapısı; yaşanmışlığın verdiği enerji, hatıralar ve resim sürecindeki duygusal ritmik örgüsüyle bende özlem, ayrılık, ait olma, belirsizlik, umut ve nostalji gibi duygu ve hisleri çağrıştırıp ortaya çıkarıyor. Renkle bahsettiğiniz gibi bir ilişkim var aslında; renk bir yolculuk diyaloğundaki gibi, detaylı ve genel, düşünsel ve fiziksel haritalamada irili ufaklı renk alanları, lekeler, çizgiler arasında gidip gelmeleri, bağlantıyı ve dengeyi kurmamda etken oluyor.
GazeteBilkent: Resimlerinizde çeşitli malzemeler kullanıyorsunuz. Her bir resminiz farklı tat içeriyor. Kullanacağınız malzemeler ve boya çeşitleri neye göre şekilleniyor?
Tuval ve özellikle kâğıt üzeri işlerimde malzemenin beni yönlendirmesine izin veriyorum. Katı boyanın kesin kontur tadı, likit boyanın akıcılığı, dikiş izleri; işlere doku katarak bir anlamda belirsizliği, düzen içindeki kaosu ve çok sesliliği vurguluyor, malzemeler kullanılmak için yarış halinde sanki. Genelde su bazlı boyaları ve desen kalemlerini sonuca çabuk ulaşabildiğim için tercih ediyorum. Sonuçta kullanacağım kompozisyon ne olursa olsun, uygulama sürecinde kendimi tamamen kontrol altında hissetmek ve sınırlamaktan kaçınıyorum. Belirsiz ve risk alınarak ulaşılmış, elde edilmiş; ani gelişen, sürpriz sonuçlar benim için çok daha heyecan verici ve tatmin edici. Örneğin ‘Directions May Change’ adlı, halen devam eden serimde resimlerimde kullandığım kâğıt boya paletlerimin üzerine foto-kolaj ve çeşitli desen malzemeleriyle yeniden müdahale ederek deneysel işler çıkarıyor, bir nevi geri dönüşümünü sağlıyorum.
GazeteBilkent: Farklı materyaller ile yaptığınız üç boyutlu çalışmalarınız dikkatimi çok çekti. Burada anlatılmak istenen şey nedir? Kullandığınız ip, kumaş gibi malzemeleri neye göre kullanmaya karar verdiniz?
Her enstalasyonun ayrı bir önerisi, konsepti var. ‘Impromptu Whereabouts’ sergimdeki resimlerimde, baz olarak mekanik mühendislik çizimlerinden bir harita gibi yararlanıp, mekânları bu oluşan desenden çıkışla parçalama ve yeniden bir araya getirmeyi amaçlamıştım. Yine bu sergi kapsamında ‘An Island of Eternal Connections’ adlı üç boyutlu yerleştirmem de, resimlerin bir uzantısı olarak ortaya çıkmış oldu. Minik makine parçalarını boyayıp ayna üzerine yerleştirdim ve altındaki yükseltiyi örülmüş yünlerle kapladım. Aslında tuval de kumaştır neticede ve çizgisel değerler de, dikiş ve örgüyle de sağlanabilir. Önceleri kâğıt işlerimde desen malzemesi olarak makine ve el dikişini eklemiştim. 2004-2005 yıllarında kendi kendime yaptığım atkılar, bana örgüyü de neden resim dilimde bir işleve aktarmayayım diye düşündürttü. Böylelikle akşamları, yorgun zamanlarımda televizyon karşısı bir örme aktivitesi başlamış oldu. Bu, gelişigüzel adeta otomatiğe bağlanmış hareket; belirli bir plan olmaksızın ilmik kaçması, rastgele ip ve renk değişimiyle, yanlışlara izin vererek rahatlatıcı bir alışkanlık yarattı. Örgüleri hem kendi başına, hem tuval ve kâğıt işlerimle de birlikte yerleştirip sergiledim. Hatta mekâna özel, a noktasından b noktasına yürümenin ses kaydını alıp, (‘A Standard Walk’ 7 min. 13sec.) örgü ve resimle bir arada sergilediğim bir ses yerleştirmesi denemem de oldu. Başka bir sergimde, ipleri düğümleyip bir ağ oluşturup izleyicinin de altından geçebileceği boyutta pasaj, tünel formu verip tavandan astım ve minik etiketler üzerine, çevremizde yürürken karşılaştığımız ögeleri; trafik lambası, binalar, kuleler çizip ağın tepesinden sallandırdım.
Yerleştirmelerde göze alınması gereken birçok unsur var; bu özelliğiyle beni kamçılıyor, keşfetmekten keyif aldığım bir disiplin.
GazeteBilkent: ‘Installations’ adlı koleksiyonunuzdaki ‘Unnatural Habitat’ adlı eseriniz, diğer işlerinizden farklı olarak duvara yapılmış bir eser ve grafiti tadında. Bu işi yaparken geçen süreci bizlerle paylaşır mısınız?
İlk duvar üzerine yerleştirmemi masterdan mezun olurkenki tez sergimde yapmıştım. 2007 yılında Illinois’de bir sanat merkezinde kişisel sergi açacaktım. Sergide resim ve kâğıt üzerine çizimlerin yanı sıra, oradaki mekâna özel yapılan ve serginin temasını tamamlayacak bir unsur arayışındaydım. Böylelikle örgülerimi kullanabileceğim bir fırsat doğmuş oldu. Duvar ve örgü arasında bir bağlantı oluşturmam gerekiyordu. Duvar üzerine çizim yapmak bu süreçte ortaya çıktı. Önce atölyemde yünleri nasıl yerleştireceğimi kabaca tasarladım ve sergi mekânında yerleştirdikten sonra kullanacağım imgeleri kararlaştırmaya başladım. Anılarımda yer etmiş yerlerden çektiğim, fotoğraflardan oluşan bir kutum var; buradan ön seçki yapmıştım, ama yine de bir belirsizlik vardı. Yerleştirme, son halini sergi aşamasında aldı. Örgülü alanlar, renk tarlaları, kıtalar gibi yeryüzü parçalarını çağrıştırdı ve aradaki çizimleri de risk alarak, ön çalışmasız ham haliyle doğrudan duvara çizerek 4-5 günlük bir sürede oluşmuş oldu. Çizerken hata yapabilme olasılığı, samimiyeti hissettiğim bir deneyim yaşattı. Sonuçta beni etkileyen mekânlardan hatıraları yeni bir çevrede, suni bir yerleşimde yeniden anımsama, tanıtma, tanıştırma imkânı buldum. Bir seyahatname gibi bir serüven. Daha sonraki senelerde, imkân buldukça ‘Unnatural Habitat’ 2 ve 3’ü gerçekleştirdim. Her seferinde farklı imgelerle farklı kompozisyon kurarak, belki ileride yenilerini gerçekleştirebilirim.
GazeteBilkent: Etkilendiğiniz veya örnek aldığınız sanatçılar var mı? En çok beğendiğiniz Türk sanatçılar kimler ve neden?
Cy Twombly, Gerhard Richter, John Baldesarri, Amy Sillman, Sara Sze, Julie Mehretu, Jessica Stockholder da beğendiğim, takip ettiğim çağdaş sanatçılardan.
Fikret Mualla’nın yer yer hiciv dolu, cesur renkli dışavurumcu figüratif kompozisyonları ve Fahrelnisa Zeid’in sistematik gibi görünse bile; bir o kadar rahatça gerçekleştirdiği, adeta sonsuzluğa uzanan soyutlamaları beni çok etkilemiştir.
GazeteBilkent: Yakın zamanda gerçekleştirmeyi düşündüğünüz yeni bir proje veya sergi var mı?
Baharda, New York’taki Affordable Art Fair‘de kâğıt üzerine son dönem işlerim sergilenecek.
GazeteBilkent: Yurt dışı deneyim ve gözlemlerinize dayanarak, güzel sanatlar okuyan öğrencilere vermek istediğiniz tavsiyeler var mı?
Kendilerini iyi tanısınlar, bunun için zaman harcasınlar ve üretsinler. Ancak ürettikçe gelişebiliyoruz, sorularımıza cevap alabiliyoruz, stüdyo zamanımız çok değerli. Sergi gezmek, imgelere bakmak ve sanatın her dalıyla ilgili olmak bizi daha çok besleyecek ve zenginleştirecektir. Kendi hayatlarındaki tutkularını, yaşadıklarını bir şekilde işlerine yansıtmaya çalışsınlar, bizleri birbirimizden farklı kılan kimliğimiz; aslında en önemli hazinemiz.
Sanatçının diğer işlerini incelemek ve yakından takip etmek için;