Açıkçası kendimi hiç nargile içen orta yaşlı sakallı bir adama dansözlük yaparken bulmadım. Aksine, nargile Taksim’deki turistlere fahiş fiyatlardan satılan bir tütün, oryantal de düğünlerde fazlasıyla cüretkar dansöz kostümü olmadan yapılan bir dans benim için. Ancak yabancı bir memlekette ben Türk’üm dediğimde Osmanlı’nın haremleri ve evde evcil devemi nasıl beslediğime dair sorulardan da kurtulamadım. İşin ironisini göremeyenler için altını çizmem gerekirse: Türkiye’de deve yok. Hayır, nesilleri tükendiğinden değil, otobüs gibi toplu taşıma araçları çok daha hızlı olduğundan.

Ön yargı dediğimiz çok da fazla bilgiye sahip olmadan benim hakkımdaki fikrinizi oluşturmanız. Daha kağıt parçasının üzerinde ismimi görmenizle başlıyor. İris. Ne kadar Avrupai! Peki ya Sümeyye olsaydı? O zaman nereli olurdum? Dinim, görünüşüm, hobilerim neler olurdu? Merak etmeyin canım, isme göre hayal ettiğiniz kişi sizi ırkçı yapmaz. Sadece o ismin çağrıştırdıklarına bakarak pasaport kontrolünde zorluk çıkartmak, iş vermemek… yapar.

Ön yargınızın asıl sıkıntılı bileşeni ise beni bir kutuya hapsetmesi. Yani A özelliğine sahip olmamın otomatikman B ve C’yi de taşıdığım fikrine yol açması. Bir nevi gözlük takan herkesin inek olduğu imajı gibi. Hadi canım, kimi kandırıyorum. Yetişkiniz biz. Bu kadar basit değil… Çünkü polis ön yargısından haksız yere öldürülen yüzlerce Amerikalının hayatı bu kadar basit değil. Ya da olmamalı mı demeliyim? Sonuçta üzerinde silah bile olmayan vatandaşa tabancasını doğrultan polis için bu kadar basitmiş.

Neyse, okyanusun ötesindeki yolculuğumuzdan yuvamıza dönelim. Ben, belki de bölümüm dolayısıyla çok duydum: Türkiye Batı ve Doğu medeniyetleri arasında adeta bir köprü, ikisinin de en iyi yanlarını alıp harmanlıyor. Yabancı gelmediğine, hatta okurken katılarak başınızı salladığınıza emin gibiyim. Sonuçta biz Batı değerleriyle Doğu’ya örnek, aynı zamanda Doğu gibi insancıl ve sosyal bir medeniyete sahip bir milletiz, değil mi? İyi haber: pek çok kişi sizin gibi düşünüyor. Her millet özel olduğuna inanır ve bunu kanıtlamaya çalışır. Kötü haber: buna etnosentrizm deniyor. Tarihte ileri seviye etnosentrizmin yol açtığı “zorluklar” başlığındaki bir google araması sizi Nazilere dahi götürür. Görsellere tıklarsanız zihin açıcı ancak iştah kapatıcı figürler göreceğiniz garantidir.

Etnosentrizm, “Benim düşündüklerim, değerlerim, yaptıklarım en iyisi ve en doğrusu” fikrini ima eder ve farklılıkları tolere etme kapasitesini sınırlar. Dolayısıyla toplumlar arası ayrışmaya yol açar. Resmi tören kıyafetlerinin bir gereği olarak çıplak ayakları ve boynuna astığı tilki kostümüyle saygılarını gösteren Afrika Büyükelçisi’nin bu kıyafetinin Türk medyasında alay konusu olması gibi. Tek bir doğru olduğunu altındaki sebeplere bakmazsızın düşünen ve direten zihinler… Ne kadar yazık.

Güç… Toplumlar arasındaki temel fark güç. Sahip olanlarsa kendi doğrularını kabul ettirtiyor. Örneğin google’a tarihteki önemli Arap figürler yazdığınızda Lawrence of Arabia, Charles Gordon ve Sykes ve Picot çıkıyor. Hala fark edemediyseniz söyleyeyim: hiç biri Arap değil. Batı; ilerici, gelişmiş, doğru(?) görülüyor. Almanya’dan Merkel bir yorum yapınca dinleniyor, Kiribati’den Maamau’nun sesi ise kayboluyor. Acaba ne demiş? Duyan var mıymış?

Öyle geliyor ki bana, bazen öyle çok Batılı olmak istiyoruz ki özümüzü kaybediyoruz. Bu organize ırkçılık çarkında başkalarını eziyoruz. “Araplar yere yemek atıyor.” Sanki biz hiç çekirdek çitlemiyoruz. “Hindistan’da inekler sokakta geziyor.” Sanki bizde her yer kedi, köpek dolu değil. “Afrikalılar da yerde yemek yiyormuş.” Çünkü yer sofrasına koyulan mıhlamaya beş-altı kişi birden ekmek banan hiç olmadı.

En kötüsü ise bu ırkçılığın altında bilim arayan zihniyet. “Genetic Inferiority of Some Races” gibi çalışmalar zekanın genetik ve etnik geçmişle ilgili olduğunu kanıtlamaya çalışan antropolog kostümü giymiş şarlatanlar tarafından yazılıyor. Lütfen, bana ten renginizin sizi nasıl Nelson Mandela’dan daha zeki yaptığını açıklayın. Ya da vazgeçtim, birkaç paralel solda doğmanın sizi Fatima Mernissi’den nasıl daha önemli yaptığını savunun. Ben de şu cevabı veriyim. Nasıl doğduğunuzu seçemezsiniz; ancak kim olduğunuzu seçebilirsiniz. “Tanrım, bana değiştirebileceklerimi değiştirme, değiştiremeyeceklerimi kabullenme gücü ver” diye dua ederim sıkça. Orta doğulu, Türk, çoğunluğu Müslüman bir milletin parçası olduğumu değiştiremeyebilirim ama sizin bana ve benim başkalarına bakış açımı değiştirebilirim. Bu uğraş, tek bir grup için değil, herkes için kollektif bir uğraş.

Yukarıda saydığım kimliğimi oluşturan parçalardan utanmama gerek yok. Aşağılık hissetmek istemiyorum, çünkü değilim. Ve bunu söylerken üstün olmadığımı da kabul ediyorum. Farklı olandan korkmuyor, onu saygıyla karşılıyorum.

Hep “güzellik içtedir” der annelerimiz. Madem öyle, ten rengim, yüzümün karakteristiği, dilim veya kıyafetimin kim olduğumu gösterdiğini düşünmek bile sığ değil mi?

1-Irkçılık, temel insan haklarını hiçe sayar.

2-Kişileri başkasına fayda uğruna yoksun bırakır.

3-Irkçılık, hayat boyu yaralar. Sizle dalga geçildiğini, servis yapılmadığını hatta daha kötüsü yüzünüze silah dayandığını unutabilir misiniz?

4-Irkçılık, fiziksel zarara da uğratır. İş ve eş bulabilmek için kendini toksik kimyasallarla beyazlatmaya çalışan Brezilyalı genç kızlar gibi.

5-Duygusal güvensizlik ve stres yaratır.

6-Irkçılık, insanları böler ve kendilerini ifade etme haklarını elinden alır.

Ne kendim bunları yaşamak, ne de başkasına yaşatmak isterim. Lütfen, ırkçı olmayın.

 

 

 

 

 

 

Resim:

https://laveerlegal.co.uk/2018/10/15/limiting-discrimination-claims/

Leave a Reply