1991 yılının sonlarına gelindiğinde, hiç süphesiz tarihe damga vuran, 22 milyon kilometrekarelik toprağa hükmeden, düşünce, ekonomi, sosyoloji gibi birçok alana damga vurmuş Karl Marx’ın idealleriyle kurulan, ABD ile birlikte giriştikleri Soğuk Savaş’la birçok teknolojik ve askeri yeniliğe zemin hazırlamış Sovyetler Birliği, artık tarih sahnesine gömülmüştü. Mikhail Gorbaçov’un istifasının ardından birer birer bağımsızlığını ilan eden cumhuriyetlerin ardından en çok merak edilen bundan sonra geriye kalan Rusya’ya ne olacağıydı. Rusya’daki halk da tabiki bunu en az dünya kadar merak ediyordu. Farklı görüşler ortaya çıkmıştı, hatta Rusya’nın Sovyetlerin devamı olmaması gerektiği, Soğuk Savaşın kaybedildiği ve artık Rusya’nın da Batılı norm ve değerleri benimsemesi gerektiğini savunan liberal görüşler bile belirmişti. Pekala Rusya, o durumdayken bugün dünyada tekrar söz sahibi olma konumuna, ABD’nin sarsılmaz hegemonya olduğu dönemde bile saplandığı Ortadoğu’da, mevcut duruma bakacak olursak Suriye’de nasıl lider ülke olmaya, nasıl 1991’den beri bu kadar kısa süre içinde bu toparlanmayı yaşadığına; aynı zamanda da az önce bahsettiğim Sovyetlerin yıkılması sonucu beliren liberal düşüncelerden nasıl bu kadar otoriter bir rejime dönüştüğünün hikayesi şüphesiz üzerinde çokça durulmayı hak ediyor. İki yazı olarak planladığım Rusya yazı dizininde, bu hikayeyi, Rusya’nın yükselişini yazmaya çalışacağım ve ülkemizde belirli akademik çevreler dışında çok da fazla tartışılmayan yükselen güç kavramını Rusya bağlamında irdeleyeceğim.
Hayal kırıklıklarıyla, skandal ve yolsuzluklarla anılan, Rusya Federasyonu’nun ilk başkanı Boris Yeltsin’den sonra 1999 yılında, Rusya tarihine damga vuracak olan isim Vladimir Putin başbakan olarak seçildi. Putin’in seçildiği dönem, NATO’nun eski Sovyetler Birliği ülkeleri olan Doğu Avrupa’daki birçok ülkede ciddi bir şekilde yayıldığı bir zamandı. NATO’nun 1999 Kosova Askeri Müdahalesi ise Rusya için bir kırılma noktası olacaktı. Rusya’nın geçmişten beri çok yakın ilişkiler içinde bulunduğu Sırbistan’a yapılan bu müdahale ve Sırp lider Miloseviç’in indirilmesi, Rusya’da ciddi bir infial yarattı. Rusya’da oluşan bu korku, Sovyetlerin dağılmasından sonra ortaya çıkan, “sisteme entegre olmak” isteyen, batılı demokratik değerleri savunan liberal düşüncelerin de ortadan kalkmasına ve Rusya’nın içine kapanıp, gittikçe artacak bir güvenlikçi yaklaşım benimsemesine neden oldu. Tabiki bütün bunları ABD’nin 11 Eylül saldırıları sonucu başlattığı teröre karşı global savaşın neticesinde gerçekleşen Afganistan ve Irak askeri müdahaleleri de izleyince, Rusya, Putin döneminde başlayan bu agresif dış politika ve güvenlikçi yaklaşımın temellerini daha da emin adımlarla attı. Bütün bunların sonucunda da 2008 yılında Gürcistan Savaşı, 2014 yılında Kırım’ın ilhakı ve son olarak da 2015 yılında rejimin davetiyle birlikte Suriye Müdahalesi gerçekleşti. Rusya için bugün Suriye İç Savaşı’nda öyle veya böyle en etkili uluslararası aktör dersek ileri gitmiş olmayız. Ancak her şey burada bir çırpıda anlattığım gibi gerçekleşmedi, Rusya’yı Suriye’ye girmeye iten faktörler neydi, bütün bunlara ABD’nin reaksiyonu ne oldu ve son olarak da Rusya’nın bu yükselişi onu teorik olarak yükselen güç yapar mı? Bu soruların cevaplarını konuşmak adına bütün sevgili okurları şimdiden bir sonraki yazıma davet ediyorum.
KAYNAKÇA:
Lukyanov, Fyodor . “Putin’s Foreign Policy: The Quest to Restore Russia’s Rightful Place.” Foreign Affairs, vol. 95, no. 3, June 2016.
Kapak Fotoğrafı: https://www.defensenews.com/opinion/commentary/2017/11/13/how-the-west-should-prepare-for-a-post-putin-russia-commentary/
Ara Fotoğraf: http://www.heroesofserbia.com/2017/03/remembering-nato-bombing-of-serbia-in.html