Kelimeleri tarif etmekten girişilecek her tartışma kısır kalmaya mâhkum.
Cemil Meriç
Türkiye gündemini sürekli meşgul eden konulara baktığımızda, geldiğimiz noktada birçok sorunla ve tehditle karşı karşıya olduğumuz tespitini yapmak zor olmayacaktır. PKK ve IŞİD’in terör faaliyetleri, mülteci sorunu, cemaatlerin devlet organlarına sızarak faaliyetlerde bulunması, rejim tartışmalarının dayatılması, laiklik karşıtı söylemlerin artarak devam etmesi, mezhepçi-savaşçı dış politik söylemler, güçlü yolsuzluk iddiaları göz önüne alınırsa bu sorunların detaylı tespitinin ve çözümünün gerektirdiği aciliyet de anlaşılacaktır.
[pullquote_left]Türkiye; demokrasisinin, sosyal hayatının, ulus olarak ayakta kalabilme hedefinin, bağımsızlığının yaşadığı tehlikeleri kuruluş felsefesi olan aydınlanmacı politikalar uygulayarak ilerici bir atılımla aşabilme şansına hala sahiptir.[/pullquote_left]Bu yazı dizisi Türkiye’nin yaşadığı bu sıkıntıları ve kaosu aşmak adına öne sürülecek aydınlanmacı argümanları ele alacaktır. Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim: Türkiye; demokrasisinin, sosyal hayatının, ulus olarak ayakta kalabilme hedefinin, bağımsızlığının yaşadığı tehlikeleri kuruluş felsefesi olan aydınlanmacı politikalar uygulayarak ilerici bir atılımla aşabilme şansına hala sahiptir. Ne var ki daha başladığımız noktada ardı karanlık bir kapıyı açmış bulunuyoruz. Nedir aydınlanma? Gerici-ilerici kavramlarının kullanılabilirliği ne durumdadır? Nasıl bir demokrasiden ve sosyal hayattan bahsediyoruz? Bu sorular bu dizinin ilk yazısında kendine yanıt arayacak, bu sayede farazi konuşmaktan geri durmuş olacağız. Yaşadığımız filistinizm, Alev Alatlı’nın tercümesi ile paçozlaşma, kapının ardını karanlık kılsa da kavramların içinin doldurulması gözümüzün önünü görmemizi sağlayacak ve tezi anlaşılır kılacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ülküsü bu topraklarda bağımsız var olabilmektedir. Başta Mustafa Kemal ve Cumhuriyetin kurucu kadroları bu ülkünün gerçekleşmesini çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşma hatta üzerine çıkma hedefine bağlı görmüştür. O zaman önce çağdaş ne demektir ona bakalım. Çağdaşlık (modernlik) zamanla doğrudan ilişkişi bir terimdir ve Paul de Man bu terimi “günümüze ait bir dönemi kendisinden kalkarak tanımlama çabasında olan bir bilinç durumu” olarak açıklar.1 Bu bilinç durumunu biraz açmaya çalıştığımızda, içinde bulunduğumuz zaman ve bu zamana gelirken yaşanılanlar üzerinde durmanın lüzumu ön plana çıkacaktır. Günümüze ait bir dönemi refleksif olarak ele almak içinde yaşanılan duruma bir değer vermek anlamına gelir. Bu değerin arkasındaki gücü akıl olarak görür modernistler; çünkü “akıl daha mükemmel olana doğru gelişmektedir.”2 Bu açıklama modernlik projesinin etik ve epistemolojik alanlarda, insanın kendi dışındaki tüm otoritelerden kurtulmasının, yani özgürleşmesinin önünü açabilme yolunu göstermesi açısından oldukça önemlidir. Aydınlanma filozoflarının bir çoğunun üzerinde durduğu ‘modernlik projesi’ Michel Foucault’nun şu sözü ile birlikte düşünülmelidir: “18. Yüzyılın sonlarına kadar insan [diye bir şey] yoktu… O, son yıllarda yaratılmıştır.”3 İşte bu temellendirilmiş, kronolojik tespitler aydınlanma vurgusunun neden modernizmi içine alarak açıklanma gerekliliğini ortaya koyuyor. Bu noktada Foucault’nun tespitlerini detaylıca değerlendirmeden önce tarih bilincinin modernlik kavramı içindeki yerini sağlamlaştırmak istiyorum. Bu sayede yazılarda ilerici-gerici kavramlarının kullanılma hedefi de yerli yerine oturacaktır.
Batı dediğimiz Avrupa, yaşadığı Reform ve Rönesans’ın ardından tarih felsefesi konusunda da yeni bakış açıları elde etti. Yaşanan gelişmeler ile insanın doğayı bir kaotik düzen olarak görmekten vazgeçerek bilimsel metotlar ile doğayı açıklama çabası ve daha önemlisi bu çabanın bilinçli bir yolla yapılması insanın kendisinin bağımsız bir bilinç olduğunu kavramasını sağlamıştır. (Bu bağımsızlıktan bahsedebilmemizi tarihsel süreç içerisinde ne kadar zor elde edildiğimizi düşünürsek, bu seviyeye birey olarak ulaşmanın da hâlâ çok zor olduğunu ve bağımsız bilincin çok kolay manipüle edilebileceğini vurgulamak ayrıca önem taşıyor.) Hegel’in insanın kendi bilincine varmasını, özgürlüğünün kendi doğası için gerekli olduğunu kavramasını ele almasını da bu kavrayabilme dolayısıyla ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Bu yüzden Hegel tarihi de “insan bilinçliliğinin gelişmesinin ve özgürleşiminin bir kaydı”4 olarak görür. Aslında bu görüş bilgi kuramının tezleri ile de savunulabilir. Sosyal bilimlerde bilgi kümülatif yollarla elde edilir tezi bu kurama dayandırılarak savunulabilir ve sosyal bilimlerin en önemli bilgi kaynaklarından ikisi akıl yürütme (muhakeme) ve tecrübedir. Tecrübe, tarihin bilgiye ulaşmada kullandığı veri olarak; akıl ise bu tecrübeleri hem tarih yazımında hem tarihi bir bilim olarak kullanma anlamında rol oynar. İnsanlık tarihinin acı tecrübelerinin geçtiğimiz yüzyılda ‘insan hakları’ kavramının hukuksal olarak doğmasını ve evrensel olarak uygulanma çabasını bilgi kaynakları olan akıl ve tecrübe sağlamıştır örneğin. İnsanlık, hafızasını kaybedecek travmalar yaşamadıkça tarih insan bilinçliliğinin gelişmesi ve özgürleşimi yönünde ilerlemektedir. (Örneğin Hitler’in ortaya çıktığı ortam özellikle Versay Antlaşması’nın yarattığı travma ile toplumsal hafızanın kaybolduğu bir ortam olarak insanlık bilincinin gelişmesi yönünde olmadığı saptanabilir.) Bu tespit tarihi çizgisel bir kavrama sıkıştırmak değildir elbette, sadece tarihsel çıkarımlar bizi insanlığın evrensel değerler inşa ederek ilerlediği fikrini ortaya koymamızı sağlamaktadır. Bu ilerleyişte elde ettiğimiz değerlerin, kurumların (institution), fikirlerin vs. kazanım olup olmadığını tartmak, kazanımların savunucusu olmak ve bu ilerleyişe katkı sunmak adına çaba sarf etmek ‘ilerici’ bir tavırdır. Tam tersine bu kazanımları yok saymak, özgürleşimin ortaya koyduğu her türlü değere ve ortaya koymak amacında olduğu kurumlara ve fikirlere direnmek ya da bu kazanımların ortaya koyduklarını yıkarak tarihsel tecrübelerin yok ettiği kurumları ve değerleri savunmak ise ideolojik gericiliktir.
Yazı Dizisinin İkinci Yazısı: Türkiye’yi Aydınlatmak-1:’Aydınlanma’yı Aydınlatmak-2
Kaynakça
1 Paul de Man, Blindness and Insight, Essay in the Rhetoric of Contemporary Criticism. Oxford University Press, New York, 1971. s. 143.
2 Paul de Man, a.g.e.
3 Michel Foucault, The Order of Things, An Archeology of the Human Sicences. Vintage Books, New York, 1973. s. 308.
4 G. W. F. Hegel, Tarihte Akıl, çev. Önay Sözer. Ara Yayınları, İstanbul, 1991. s.47.