ADAM FAWER BİLKENT’TE: MOBİUS VE YAZARLIK ÜZERİNE BİR SÖYLEŞİ

adam

Geçtiğimiz günlerde Olasılıksız, Empati ve Oz kitaplarının yazarı Adam Fawer’ı Bilkent Üniversitesinde ağırlama fırsatı bulduk. Okulumuz öğrenci topluluklarından İngiliz Dili ve Edebiyatı Kulübü (English Language and Literature Club) tarafından organize edilen bu etkinlikte hem sevgili yazarımızı yakından tanıma hem de ona sorularımızı yöneltme şansımız oldu.

Fawer’ın on beş yıl aranın ardından gerçekleştirdiği Türkiye ziyaretinin duraklarından biri olarak Bilkent Üniversitesini tercih etmesi elbette okulumuzda yankı uyandıracaktı. Sebebi bu olsa gerek, programın başlamasına yarım saat kala amfi tıklım tıklım dolmuştu bile. Bir saate yakın bekleyişin ardından nihayet yazarımız amfinin kapısında göründüğünde heyecanımız artık iyice palazlanmış vaziyetteydi. Fawer’ın yüksek enerjisi alkışlarla çalkalanan amfiyi doldurdu, ardından bir saat sürecek olan program başladı. Önce yazarın hayatı açılış konuşması niteliğindeki kısa bir sekansta biz dinleyicilere tanıtıldı. Sonra ELIT kulübü başkanı Bilge Yiğit ve Ekin Sekmen’in moderatörlüğünde keyifli bir söyleşi başladı.

Yazarımıza yöneltilen ilk soru, Türkiye’yi ziyaret etme nedeni olan ve geçtiğimiz hafta ülkemizde yayımlanan yeni kitabı Mobius hakkında oldu. Öncelikle eski kitaplarına değinmeyi uygun gördü Fawer. Belirttiğine göre ilk kitabı Olasılıksız dünyada 20 dile çevrilerek muazzam bir başarı yakalamıştı. İkinci kitabı Empati yalnızca Almanca, Japonca ve Türkçeye çevrilmişti. Son kitabı Mobius ise şimdilik sadece Türkçeye tercüme edilmiş durumda. Yazar bu noktada “Bu kitabı sizler için yazdım.” latifesiyle yüzlerimize birer tebessüm iliştirmeyi ihmal etmedi.   

Kitabın içeriğine gelecek olursak, Mobius konu bakımından yazarın ilk kitabı Olasılıksız’a benziyor. Hatta verdiği demeçte bu kitabını “Olasılıksız’ın yetişkin hâli” olarak nitelendirdi Fawer. Bu yapıtında da kader, yazgı ve özgür irade konularına değinmiş; eylemlerimizin nedenleri ve eylemlerimizin neden oldukları gibi konseptler üzerinde sıkıca durmuş. Konunun işleyişi bakımından ise kendi yaşantısından ilham almış yazarımız. Söylediğine göre kendisi işletme bölümü mezunuymuş – ki bunun bir işletme öğrencisi olarak bana büyük bir ilham verdiğini eklemeden geçemeyeceğim – ve 20 yıl boyunca “startup”larda yani yeni girişimlerde çalışmış. Diyor ki, bu çevrede anlatılmadan geçilemeyecek yüzlerce hikâye varmış. Dolayısıyla, Mobius’un kapağını araladığımızda bizi karşılayacak olan startup öyküsünü gördüğümüzde şaşırmamak lazım. Fawer bu kitabı yazmaya başlarken “Ya bir startup olsaydı ve zaman yolculuğunu icat etselerdi…” sorusunu sormuş kendine, “…geriye gidip en büyük hatanı düzeltir miydin?”

İlginç ve dikkat çekici bir çıkış noktası, yazarın kendi hayat tecrübeleriyle harmanlanınca ortaya yine okurların gönlünü fethedecek bir iş çıkmışa benziyor. Gelgelelim Fawer’ın kitaba kendinden kattığı tek şey genç teknoloji şirketlerinde edindiği deneyimleri değil. Öncelikle şu dipnotu eklemekte fayda görüyorum: Mobius, yazarın önceki kitaplarının aksine kahraman bakış açısıyla yazılmış. Yazarın diğer işlerinde bir gözlemci gibi olayları uzaktan izlemiş ve her karakterin hikâyesinde derinlere inme fırsatı bulmuştuk ancak Mobius’ta hadiseleri başkahramanımız Caleb’ın gözünden okuyoruz. Belki de bu yüzden, Caleb’ın kendisine en yakın bulduğu karakter olduğunu söylüyor Fawer. Dahası, diğer kitaplarında her karaktere kendinden bir parça eklerken bu kitabında kendisini adeta kopyalamış. Karakterin durumlar karşısındaki tepkilerini “Ben olsam ne yapardım?” diye düşünerek yazmış. Bu bir bakımdan işleri kolaylaştırsa da bir diğer bakımdan daha zor hâle getirmiş. Doğrudan bir karaktere kendisini işlemesi, kendine karşı dürüst olmak zorunda bırakmış onu, hâliyle çetrefilli taraflarıyla yüzleşmek durumunda kalmış. Her ne kadar yazarımız bu süreçte zorluklar yaşamış olsa da bunu bilmek beni heyecanlandırdı. En nihayetinde bir kurgusal karakterde yaratıcısının tezahürlerini görebilmek, eser sahibinin iç dünyasına dalabilmek için büyük bir fırsat.  

Bu keyifli söyleşinin ardından söz seyircilere geldi ve programın soru-cevap oturumu başladı. Sayın yazarın sorulan bazı soruların ardından “Türk okuyucular gerçekten çok akıllı!” gibi nükteli cevaplar vermesi biz dinleyicileri gülümseterek ortamın havasını iyice yumuşattı. Kendisinin bize ve ülkemize büyük bir sempati beslediği aşikârdı. Anlattıklarına göre ilk kitabı Olasılıksız’ın yakaladığı dünya çapındaki başarının ardından ikinci kitabı Empati’yi yazmış ancak bu kitap ülkesinde satmamış. Ardından yazdığı Oz ile de ajansı çok ilgilenmeyince başarısız olduğuna inanmış ve yazmaktan vazgeçmiş. Onun Empati’yi yazdığı yıl olan 2006, Olasılıksız’ın Türkiye’de yayınlanışının hemen sonrasına tekabül ediyor. Yani sevgili yazarımız dünyanın diğer ucunda muvaffak olamadığına hükmedip pes ederken aslında ülkemizde büyük başarılara imza atıyormuş. 2009 yılında ilk defa Türkiye’ye geldiğinde burada ne kadar popüler olduğuna dair hiçbir fikri yokmuş, dolayısıyla da bu ziyaretini hayatının en büyüleyici ama aynı zamanda en üzücü yolculuklarından biri olarak nitelendiriyor Fawer. Şayet buradaki başarısından haberdar olsaymış, belki de pes edip yeni kurulan işletmelerde çalışmaya geri dönmez ve yazmaya devam edermiş. Bunu bizlere anlatırken sesindeki üzgün tınıyı saklayamamıştı. Her şeye rağmen, yıllar sonra tekrar yazarlığa geri dönmüş ve “bizler için” Mobius’u yazmış. Dediğine göre aradan geçen on beş yıl boyunca Türkiye’yi ziyaret etmemesinin nedeni de yazarlığı bıraktığı için biz okurlarına karşı duyduğu mahcubiyetmiş.

Yazımın sonlarına yaklaşırken Adam Fawer’ın genç yazarlara verdiği birkaç tavsiyeyi de sizlere aktarmak istiyorum. Kendisi öncelikle şunu net biçimde yüzümüze vurdu: Yazar olmak istiyorsanız yazmak zorundasınız. “Bunun sihirli bir formülü ya da bir sırrı yok, yalnızca yazmalısınız.” Bunları söyledikten sonra kendi hayatına uyguladığı birkaç stratejiyi de bizlerle paylaşmaktan geri durmadı. Kendisi, her ne olursa olsun, her gün muhakkak yazıyormuş. Bazen güçlükle bir sayfa ancak yazabiliyormuş fakat kendisini öyküsünün içinde tutabilmek için her gün onunla meşgul olması gerekliymiş. Kullandığı bir diğer yöntem olarak da yazısını bitirene kadar asla düzeltmediğini ekledi. Bunu ilerlemekten ziyade yazmaktan kaçma yolu olarak nitelendiriyor. Ona göre, eğer hikâyenin takılıp kaldığınız bir parçasındaysanız “şu cümleyi daha iyi hâle getireyim, bu paragrafı da düzelteyim” diyerek aynı yerde dönüp durursunuz ancak ilerlemiyorsunuz, sadece saklanıyorsunuz. Nitekim o bölümün yazının son hâlinde bulunup bulunmayacağını bile o aşamadayken bilemezsiniz, belki de günün sonunda ona ihtiyacınız olmayacaktır.

Son olarak, Fawer, cümlelerini noktalarken kendisinin de en sevdiği yazar olan Stephen King’in Yazma Sanatı (orijinal adıyla On Writing) adlı kitabından pek çok yazma metodu öğrendiğini belirterek bu kitabı tüm genç yazar adaylarına önerdi.

Sayın yazarın esprili yanıtlarıyla süslediği oldukça keyifli geçen bir soru-cevap oturumunun ardından kendimizi upuzun bir imza kuyruğunun ortasında bulduk. Görünüşe bakılırsa herkes yazarımızla tanışmak için can atıyordu. Nihayet sıra bana geldiğinde sevecen bir “merhaba” ile selamladı beni. Kendisiyle ayaküstü sohbet etme fırsatı bulmuştum. Günün kim bilir kaçıncı imzasını atıyor olmasına karşın kitabımı çiziktirirken sorularımı da sabırla yanıtlamayı ihmal etmedi. Ben sıradan uzaklaşırken az buçuk Türkçesiyle ettiği teşekkür de bir o kadar sevecendi. Program sonrası sarsak adımlarla yurduma doğru ilerlerken bu dolu dolu geçen iki saatin memnuniyetini taşıyordum.

Etkinliğin aktarmaya değer bulduğum kısımları işte bunlardı. Yazarımızın ve yeni kitabının arka planını elimden geldiğince sizlerle paylaşmaya çalıştım. Umarım etkinlik esnasında aldığım keyfin bir kısmını da olsa sizlere aktarabilmişimdir.

Yazımı noktalamadan önce bu etkinliği mümkün kılan ELIT kulübüne bir teşekkürü borç biliyorum. Aynı zamanda Adam Fawer’ı bizlerle buluşturmaya önayak olan ve bastıkları her kitaptan bir adet de Bilkent Üniversitesi kütüphanesine hediye eden April Yayıncılık’a da şükranlarımı sunuyorum.

“Hiçbir şey imkansız değildir, sadece bazı şeyler sonsuz derecede olasılık dışıdır.”

Fotoğraflar: Michael James Belardo

Leave a Reply