Oksijen, bebeğin akciğerlerini kullanmaya başlığı ilk anda, yani ana rahminden çıktığında onu ağlatır. Bu onun hissettiği ilk acıdır. Ardından annenin sevgi dolu bakışı gelir. İnsan, hissetmeye başlar. O, artık dünyaya atılmıştır. Algılar, hisseder ve yanıtlar. Önce dış dünyayı hisseder; acıyı, sevgiyi, kokuyu, renkleri, dokunuşu; ardından da kendini; açlığı, susuzluğu. Tepki verir. Buna mecburdur. O artık yaşamaktadır. Doğduğu andan itibaren olağanüstü bir duyu verisine maruz kalır. Renkleri görür, bazısı onu mutlu eder, bazısı üzer. O an dünyanın en yaratıcı canlısı odur çünkü onun için her şey yenidir. Yaşamak yenidir.  O, yeryüzünde var olmuş 150 milyar diğer insandan farklıdır ve bu farklılığa mahkûmdur. İnsan on binlerce yıl sadece hayatta kalmaya ve soyunu devam ettirmeye çalışmıştır. Bu o kadar zor bir iştir ki, hissettiğini doğaya aktarmaya aktarmak aklına bile gelmez. Ancak bir gün, bir insan tarihi geri dönüşü olmayacak bir şekilde değiştirir. İçinde bulunduğu medeniyet hayatta kalmayı öğrenmiş, onlarca araç geliştirmiştir. Bir gün, o insan, o zamana kadar kesici aletler yapmak için kullandığı mamut dişini alır ve onu o yapan hislerini doğaya aktarır. Eserini tam 40000 yıl sonra bulacak bizleri düşünmeden. Sadece hissetmiş ve gerçekleştirmiş, sihirli bir dokunuşla hayata anlam katmıştır. Amacı onu bir iş için kullanmak değil, sadece duygularını yansıtmaktır.  O tarihteki ilk sanatçıdır.

Prehistorik dönemden bugüne kadar meydana getirilmiş milyonlarca eseri tarif amacıyla kullanılsa da; sanat, tarihsel olarak oldukça yeni ve modern bir kavram. “Sanat”ın günümüzde kullanılan anlamının kökü 16. Yüzyıl Rönesans İtalya’sına dayanıyor. Dekoratif ve fonksiyonel amaçlı üretilen eşyaları hariç tutarak; resim, heykel, mimari, müzik ve şiiri 5 temel liberal sanat olarak kabul eden bu anlayış; fonksiyonel, yani herhangi bir işleve sahip olan araçların yapımının dışında, sadece estetik amaçlarla yapılmış işleri, sanat eseri olarak tanımlıyor. Günümüzde çoğu tarihçinin hemfikir olduğu en eski sanat eseri olan üst Paleotik Çağ’da yapılmış Venus of Hohle Fels’in bundan yaklaşık 35-40 bin yıl önceye dayandığı tahmin ediliyor. Bu evren için göz kırpma süresinden çok daha kısa iken; insan ömrü ile kıyasladığımızda oldukça uzun bir süre. Mağara resimleri ile birlikte betili-figüratif sanatın ilk örneklerini oluşturan bu eserleri yaklaşık 400 bin yıllık bir geçmişe sahip homosapiens yani modern insanı da içinde barındıran tür, biyolojik olarak ortaya çıkışından 350 bin yıl sonra ortaya koyuyor. İnsan, hayatta kalma savaşını kazanıp, hayata iz bırakma savaşına başlıyor. Sanat, binlerce yıl boyunca insanları etkileyerek gelişiyor. İnsan doğayı daha iyi tanıdıkça onu daha iyi yansıtıyor. Ardından insan kendini anlatmaya soyunuyor. İşte tüm bu süreci tanımak, bize kendimizi ve medeniyetimizi tanıma fırsatı veriyor. Sanat insana 40 bin yıllık bir duygular arşivi sağlıyor. Sanat bize paleotik insanın gözünden bir antilobu, Antik Yunanlıların aklından tanrıyı, Michelangelo’nun kaleminden ideal kadın yüzünü, Leonardo da Vinci’nin fırçasından İsa’nın vaftizini ve Godard’ın vizöründen Anna Karina’yı gösteriyor; bu şekilde bizle onları onlarla da bizi var etmeye devam ediyor.

Leave a Reply