Modern psikolojik ve nörobilimsel araştırmalar, tiranlığın yalnızca dışsal bir politik sistem değil, aynı zamanda bireyin nöropsikolojik altyapısına da yaslanan içsel bir durum olduğunu ortaya koyuyor. Otoriter rejimler, yalnızca baskı araçlarıyla değil; bireyin zihin yapısındaki bilişsel zaaflar, evrimsel refleksler ve duygusal tepkiler üzerinden de iktidarlarını pekiştiriyorlar. Bu nedenle modern zamanda tiranlık, yalnızca yönetim sistemlerini değil, zihinleri de işgal eder hale gelmiştir.

Özellikle amigdala, anterior singulat korteks (ACC) ve prefrontal korteks gibi beyin bölgeleri, otoriterliğe yatkınlıkta merkezî bir rol oynuyor. Phelps ve LeDoux’nun (2005) amigdalanın duygu işlemeye etkileri üzerine yaptığı çalışma, korku uyaranlarının amigdalayı aktive ederek tehdit algısını artırdığını gösteriyor. Bu deneysel sonucun pratik kullanımına örnek olarak da gösterilebilecek korkuya dayalı propaganda, bireyin rasyonel filtrelerini baypas ederek doğrudan bu ‘savaş ya da kaç’ bölgesine hitap etmektedir. Böylece daha az sorgulayan, daha hızlı reaksiyon gösteren, daha fazla otoriteye ihtiyaç duyan, bilişsel olarak ilkel güdüleri ön planda olan bir birey profili oluşturulabilmektedir.

Benzer şekilde, anterior singulat korteks (ACC), belirsizlik ve çelişkili bilgi karşısında aşırı duyarlıdır. 2015 yılında gerçekleştirilen çalışmalarda Inzlicht ve meslektaşları, yüksek ACC aktivasyonunun bireylerde stres düzeyini ciddi biçimde artırdığını ve bu durumun bireyleri kaçış davranışlarına yönelttiğini ortaya koymuştur. Bu tür bir kaçış eğilimi, otoriter figürler tarafından “netlik”, “güç” ve “istikrar” söylemleriyle doldurulabilir. Böylece karmaşık sosyo-politik meseleler, tek bir figür etrafında şekillenen sadeleştirilmiş çözüm önerileriyle yetinmeye zorlanabilir.

Kanai ve meslektaşları (2011) tarafından yapılan fMRI (fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme) çalışmasında ortaya çıkan bulgular bireysel beyin yapılarındaki farklılıklara dikkat çekmiştir. Araştırmada, muhafazakâr bireylerde amigdalada daha fazla hacim tespit edilirken, liberal bireylerde anterior singulat korteksin daha gelişmiş olduğu görülmüştür. Bu araştırmadan elde edilen bulgular, bireysel beyin yapılarının çevresel etkileşimle şekillenen bir tür “otoriterlik duyarlılığı” geliştirebileceği fikrini gündeme getirmiştir. Başka bir ifadeyle, bazı insanların otoriter söylemlere yatkınlığının yalnızca ideolojik değil, biyolojik bir temeli de olabilir.

Bireyin aşırı tehdit altında kalması hâlinde gelişen başka bir psikolojik durum ise öğrenilmiş çaresizliktir. Seligman’ın (1972) klasik hayvan deneylerinde, kaçış imkânı olmasına rağmen pasif kalan organizmalar, daha önce edindikleri başarısızlık deneyimlerinden ötürü yeni bir hamle yapmamayı öğrenmişlerdir. Bu durum, baskı altındaki toplumların zamanla kendi özgürlük potansiyelini reddetmesini açıklar. Artık yozlaşmış rejim tarafından değil, kendi zihinsel zindanları tarafından baskılanan bireyler vardır.

McGaugh (2004), travmatik olayların beyinde nasıl kodlandığını incelediği çalışmasında, duygusal hafızanın özellikle yüksek uyarıcılı olaylarda kalıcı hâle geldiğini ortaya koyar. Propagandanın içinde sıklıkla yer alan tehdit, hakaret ve şiddet imgeleri; noradrenalin ve kortizol gibi hormonların salgılanmasına neden olur. Bu hormonlar, bilgiyi duygusal olarak kodlayarak bireyin zihninde daha kalıcı bir etki bırakır. Yani, propaganda yalnızca bilgi vermez; duygusal iz bırakır ve zihni yeniden biçimlendirir.

Bu Nörobilişsel Açıklıklarla Bir Dikta Rejimi Nasıl Kurulur?

Bu psikobiyolojik açıklıklar, totaliter liderler için âdeta bir kullanım kılavuzuna dönüşmüştür. İlk adım, bireyin kronik tehdit altında bırakılmasıdır. Terör, ekonomik kriz, “dış mihraklar” gibi unsurlar sürekli olarak öne çıkarılır. Bu sayede amigdala sürekli tetikte kalır; birey, güvenlik arayışı içinde otoriteye daha sıkı bağlanır.

İkinci adım, bilgi kirliliğini artırarak bireyin ACC’sini hedef almaktır. Bilinçli olarak yaratılan çelişkili haberler, komplo teorileri, krizlerin kaynağına dair belirsizlik; ACC aktivasyonunu artırarak zihinsel yorgunluk yaratır. Bu ortamda “kesin” ve “otoriter” konuşan bir lider, oluşan zihinsel yorgunluk için rahatlama vadeder.

Üçüncü aşama, bireyin eylem kapasitesini felç etmektir. Sokaklarda, sosyal medyada, aile içinde sürekli cezalandırma örnekleri gösterilerek bireyin direnç kapasitesi bastırılır. İnsanlar artık “bir şey değişmez” demeye başlar. Bu, öğrenilmiş çaresizliğin sistematik politik formudur.

Son adım ise propagandanın duygusal hafıza yoluyla içselleştirilmesidir. Lider artık bir isim değil, bir refleks haline gelir. Tehdide karşı otomatik olarak hatırlanan bir simge, bir “çare” haline gelir. Böylece tiran, yalnızca devleti değil, kitlelerin sinir sistemini de ele geçirir. Diktatörlük, artık sadece sokaklarda değil; korteksin katmanlarında da kendine yer edinmiştir.

Bilişsel Direnişin Nörobiyolojisi

Mevzubahis tiranlık, yalnızca devletin güvenlik güçleriyle, baskı aygıtlarıyla ya da cezaevleriyle değil; daha derin, daha sinsi bir yerden, bireylerin beyin yapılarından ve bilişsel alışkanlıklarından beslenir. Bu nedenle özgürlük mücadelesi yalnızca politik değil; aynı zamanda nöropsikolojik ve davranışsal bir uyanış sürecidir.

Tiranlıktan kurtulmanın yolu, ilk olarak bireylerin kendi zihnini ve nörobilişsel süreçlerini tanımasıyla başlar. Korkuya verdiğimiz otomatik tepkilerin, karar alma sürecimizi nasıl etkilediğini anlamak; özellikle amigdala temelli hızlı yargı mekanizmalarının farkına varmak, otoriter propagandaya karşı ilk psikolojik kalkandır. Bu bağlamda, eğitim sistemlerinin yalnızca bilgi değil, metabilişsel farkındalık becerileri kazandıracak şekilde yeniden tasarlanması uzun vadeli direnişlerde bir gerekliliktir.

İkinci adım, bilişsel esneklik kazanmaktır. ACC’nin tehdit ve çelişki karşısında verdiği tepkiyi dengeleyebilmek için bireyin, çelişkili bilgiyle baş edebilme kapasitesini artırması gerekir. Eleştirel düşünme, medya okuryazarlığı, epistemolojik şüphecilik gibi beceriler; yalnızca demokratik kültürün değil, aynı zamanda sağlıklı nöral işleyişin de teminatıdır.

Toplumsal düzeyde ise en büyük tehlike normalleşmedir. Propaganda ne kadar tekrarlanırsa, duygusal sistemde o kadar sabitlenir. Buna karşı çıkış yolu, duygusal karşı-anlatılar inşa etmekten geçer. Nörobiyolojik düzeyde alternatif duygusal kodlar inşa etmenin yolu olarak sanat, edebiyat, sinema ve eleştirel mizah; amigdalanın yalnızca korkuyla değil, umut, öfke ve empatiyle de harekete geçirilebileceği gerçekliğinden faydalanır.

Bir diğer kurtuluş reçetesi de kolektif etkileşimlerin kalitesidir. Yalnızlaşma, otoriter rejimlerin zeminini oluşturur (Arendt, 1951). Toplumsal dayanışma, yalnızca politik bir direnç formu değil; aynı zamanda beynin ödül sistemlerini aktive eden, dopamin düzeyini artıran bir zihinsel direnç mekanizmasıdır. Başka bir deyişle, birlikte olmak yalnızca siyasi bir direniş değil, aynı zamanda biyolojik bir savunmadır.

Sonuç olarak, modern tiranlık yalnızca siyasal sistemlere değil, nöral ekosistemlere de hükmetmeye çalışmaktadır. Bu nedenle, özgürlük yalnızca anayasal bir hak değil; aynı zamanda bir nöropsikolojik kapasitedir. Ve bu kapasite, ancak farkındalık, eğitim, kolektif bilinç ve duygusal çeşitlilikle korunabilir. Çünkü tiran sadece dışarıda değil; her bireyin zihninde pusuda beklemektedir. Zihinlere kurulan bu pusudan kurtulmak için bilim ne kadar yol göstermişse de bazı direniş biçimlerinin en iyi insan yüreğinde filizlendiği unutulmamalıdır. Şimdi, sözü bilimin soğuk verilerinden, şiirin umut dolu satırlarına bırakalım:

Şiirler doğacak kıvamda yine
duygular yeniden yağacak kıvamda.
ve yürek,
imgelerin en ulaşılmaz doruğunda.
ey her şey bitti diyenler
korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler.
ne kırlarda direnen çiçekler
ne kentlerde devleşen öfkeler
henüz elveda demediler.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!

(Yücel, 1985)

Kaynakça

  • Arendt, H. (1951). The origins of totalitarianism. Schocken Books.
  • Inzlicht, M., Bartholow, B. D., & Hirsh, J. B. (2015). Emotional foundations of cognitive control. Trends in Cognitive Sciences, 19(3), 126–132. https://doi.org/10.1016/j.tics.2015.01.004
  • Kanai, R., Feilden, T., Firth, C., & Rees, G. (2011). Political orientations are correlated with brain structure in young adults. Current Biology, 21(8), 677–680. https://doi.org/10.1016/j.cub.2011.03.017
  • McGaugh, J. L. (2004). The amygdala modulates the consolidation of memories of emotionally arousing experiences. Annual Review of Neuroscience, 27, 1–28. https://doi.org/10.1146/annurev.neuro.27.070203.144157
  • Phelps, E. A., & LeDoux, J. E. (2005). Contributions of the amygdala to emotion processing: From animal models to human behavior. Neuron, 48(2), 175–187. https://doi.org/10.1016/j.neuron.2005.09.025
  • Seligman, M. E. P. (1972). Learned helplessness. Annual Review of Medicine, 23, 407–412.
  • Yücel, A. (1985). Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek. Yurt Kitap-Yayın.

Leave a Reply