Son zamanların en popüler kişilerinden biri; Lance Armstrong. Sadece bisikletçi, sporcu değil, aynı zamanda kendini kanserle mücadeleye adamış, milyonların hayranlığını kazanmış, %40 yaşama umuduna tutunmuş ve hayatta kalmayı başarmış bir inancın öyküsü. Bisikletin iki tekerinin döndüğü her yerde adı geçen Armstrong’un son zamanlardaki asıl popülerliği ise doping ile olan ilişkisinden ileri geliyor.
Son 2 aydır yaşananlar Armstrong’un hayatını çalkaladığı gibi, pek çok insanın da hayallerini etkiledi. Sadece bisiklet severlerin değil, tüm spor dünyası ve bunun yanı sıra pek çok insanın dikkatini çeken doping skandalı ile boğuşan Lance Armstrong, başarılarla dolu bisiklet hayatına veda etmek zorunda kaldı. Baş döndürücü bir açıklama trafiğinin yaşandığı son 2 ayda herkse bir şey söyledi; tüm yetkili merciler, tüm yetkisiz merciler, bisikletçiler, hatta onların eşleri, bisiklet gazetecileri ve tabii ki olayın başkahramanı Lance Armstrong.
Tüm bu curcuna koparken olayları takip etmeye çalışan biz bisiklet severlerin aklındaysa tek bir soru vardı: efsane bisikletçi Lance Armstrong gerçekten doping kullandı mı? Bu sorunun cevabı öylesine karışık ve uzun ki, bir yazıyla değil, ancak bir yazı dizisiyle açıklanabilirdi. Çünkü son 2 aylık süreç, baştan sona tüm çıplaklığıyla yazılmalıydı. İşte Lance Armstrong’la ilgili bu yazı dizisinde, ünlü sporcunun hayatı ve dopingle ilgili her gelişmeyi bulabileceksiniz. İşe ilk bölümde, ünlü bisikletçinin başarı öyküsünü kısaca anlatmakla başlayalım:
Lance Armstrong’un Yolculuğu
Amerikalı bisikletçi 18 Eylül 1971’de dünyaya geldi. Kendi deyimiyle herhangi bir insana göre çok daha dayanıklı bir vücuda sahip olan Armstrong, doğuştan sporcu olmaya adaydı. İlk bisikletine 7 yaşında sahip oldu, 12 yaşında okulundaki uzun mesafe koşu yarışını kazandı. Ardından yüzmeye ilgisi artınca 13 yaşında daha triatlonun anlamını bile bilmeden Iron Kids (Demir Çocuklar) yarışlarına katıldı ve kazandı. Zafer duygusuyla kendisini oldukça iyi bir biçimde tatmin eden Armstrong, aynı zamanda bu yarışlardan para da kazanabildiğini fark edince spora iyice ağırlık vermeye başladı. Zaten okulla pek de ilgili değildi, ayrıca annesi de oldukça az para kazanıyordu. İşte sporculuğa böyle başlayan Armstrong 20 yaşında bisiklete yöneldi ve 21 yaşında ilk profesyonel yarış birinciliğini elde etti. İlerleyen yıllarda bisikletin en önemli yarışı Fransa Bisiklet Turu’nda iki etap birinciliği kazandı. Artık geleceğin efsane adayı olan genç Armstrong önlenemez bir yükselişe geçmişti. Ta ki 2 Ekim 1996’ya kadar.
O gün Armstrong, üçüncü aşama testis kanseri olduğunu ve yaşama şansının %40’ın altında olduğunu öğrendi. Tüm sponsorlarına ve hayata pamuk ipliğiyle bağlı 2 yıl geçirdi. Mucizevi bir şekilde kanseri yenen Lance, 1998’de US Postal takımı ile bisiklet parkurlarına geri döndü. Bir yıl sonra 1999’da, bir başka mucizeyi yaratarak Fransa Bisiklet Turu’nu kazandı. Üstelik o zamana kadar ki hız rekorunu da kırarak. Üçüncü mucizeyi yine bisiklette yaratıp, 1999-2005 yılları arasında koşulan tüm Fransa Bisiklet Turları’nı 7 yıl üst üste kazandı. Bu, o güne değin 5’er şampiyonlukla birinciliği paylaşan Merckx, Hinault, Indurain ve Anquentil gibi efsaneleri geride bırakması anlamına geliyordu. İşte doping iddiaları tam da bu noktada başladı. Son şampiyonluğuyla birlikte sporu bıraktığını açıklayan Armstrong, doping iddialarını yalanladı. 2006’daki doping soruşturması da Armstrong’un lehine sonuçlandı.
Bisikletteki başarılarının yanı sıra, geçirdiği kanser hastalığından sonra bu hastalığa karşı savaş açan bir kahraman oldu. Kanserle mücadele konusunda sembol haline gelen Lance Armstrong, Livestrong adında bir vakıf kurdu. Vakıf, organizasyonlardan elde ettiği gelirle 500 milyon dolarlık bir bütçeye ulaştı. Tüm bunlar onu, sadece küçük çocukların duvarlarında bir poster efsanesi olmanın yanı sıra dünyanın dört bir yanındaki milyonlarca kanserli hastalar için umut ışığı haline getirdi. 2001 yılında kanserle olan savaşını ve yaşadıklarını anlattığı “Yaşama Çevrilen Pedal” adlı kitabı yazdı. Bu kitapla kazandığı parayı da vakfa aktardı. O kitabın arka kapağında şunlar yazıyordu: “Bu, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük şampiyonun öyküsüdür…” Yoksa öyle değil miydi?