Dünya tarihindeki en yıkıcı savaş olan İkinci Dünya Savaşı, Atlantik’ten Pasifik’e; Japonya’dan Normandiya’ya, yaklaşık 80 milyon can almıştır. Almanlar, günümüzde halen dünyayı iki tane yıkıcı savaşa sürükleyen bir halk olarak görülüp suçlanmaktadır. İnsanlık tarihinin en büyük utançlarından biri, 6 milyon cana mal olan Yahudi Soykırımı’nın Hollywood tarafından filmleştirilmesi sonucu Alman insanı – belki bazı durumlar için haklı olarak- dünya halklarının gözünde şeytanlaştırılmıştır. Ancak ünlü Marksist filozof Slavoj Zizek’in de dediği gibi “En sevmediklerimiz hikâyesini bilmediklerimizdir.”
Muammer Sığırcı tarafından Türkçeleştirilen ve Papirüs Yayınevi tarafından basılan Stalingrad’dan Son Mektuplar bu bağlamda İkinci Dünya Savaşı’na “insan” olan Almanların gözünden bakan, kendi mutlu-mutsuz âşık ve ya hüzünlü hayatlarına sahip; bulundukları savaş ortamına, Hitler’e ve ölümlere lanet eden, içten içe çevrelerinin sarıldığını bilen umutsuz insanların hikâyesini anlatan, her şey den önce savaşın amacından ve teknik yönlerinden çok “Savaşçıları” değil; savaşan insanların duygularını anlatan bir eser.
Stalingrad muharebesinde Almanlar için tehlike çanlarının çalmaya başlaması üzerine cephedeki askerlerin savaşa ve Hitler’e olan inançlarını belirlemek için el koyulan, bizzat cephedeki askerlerin yazdığı bu mektuplar, içi boş faşizan duyguların savaşın insanda uyandırdığı içgüdüsel hayatta kalma duygusu yanında ne denli zayıf kaldığını ortada koymaktadır.