Dünya, gün geçtikte artan bir hızla ekolojik krize sürüklenirken, bu krizi önleme iddiasındaki çeşitli fikir ve yaklaşımlar ortaya çıkmakta. Bunların en başında gelen iki ana fikir (ya da fikirler kümesi) yer alıyor: Çevrecilik ve Ekolojizm.
Bu iki terim, genellikle birbirinin eşdeğeri ya da eşanlamlısı olarak tanımlanıyor. Halbuki, kavramsal olarak birbirinden tamamen farklı anlamları ifade etmekteler. Çevrecilik, mevcut siyasi ortamda, insan-doğa ilişkisinin derinliklerine inmeden, geçici değişim ve reformlarla ekolojik krizi dizginlemeyi amaçlıyor. Bu bağlamda çevreciler, insanın, doğa üzerinde kurduğu tahakkümün ortadan kaldırılması gibi radikal bir bakış açısından çok korumacı, muhafakazar bir yöne sahipler. Bunun aksine ekolojizm, insanı doğa üstünde hakim kılan insanmerkezcilliğin, toplumsal ve siyasi uygulamalarına karşı biri tutum sergiliyor. Dolayısıyla ekolojistler, Jean Lambert’in deyimiyle, çevre korunması, ağaçlar ve yeşil alanlar için tasalanmakla kalmazlar, aynı zamanda mevcut sosyoekonomik yapıya da meydan okurlar.
Günlük çerçeveden baktığımız zaman, çevrecilerin çeşitli sivil toplum kuruluşları yoluyla belirli bir türün korunması, bir ormanın yokolmasının engellenmesi gibi oldukça spesifik konular üzerinden hareket ettiğini görüyoruz. Diğer yandan, çevreci organizasyonlara şans tanıyan ancak insanları, köklü olarak toplumsal bir değişime sürükleyemeyecek olan devlet kurumları varlığını sürdürmeye devam ediyor. Ekonomik teşviklerle, ardı arkası kesilmez bir şekilde tüketimi ve endüstriyalizmi destekleyen siyasi anlayış, ekolojik krize karşı gerçekleştirilen mücadeleyi anlamsız kılıyor.
Ekolojistler, aynı zamanda sosyal ve siyasi koşullara boyun eğmeleri yönünden çevrecileri sıkça eleştirirler. Çünkü, çevreciler, ekolojik kırımı önlemekten ziyade doğası gereği radikal ol(a)mayan “yeşilleşen” bir sermayenin ortaya çıkmasını sağlar. Ekolojistlere göre merkeziyetçiliğe ve tüketiciliğe dayanan bir düzende, yeşil bir kurtuluşun gerçekleşmesi mümkün değildir.
Birbiriyle karıştırılan ekolojizm ve çevrecilik arasında uçurum denebilecek büyüklükte bir fark söz konusundayken, yine yanlış bir şekilde iki kavramla beraber tasvir edilen ekoloji biliminden (çevrebilim) bahsetmekte fayda var. Ekoloji, biyolojinin bir alt disiplini olarak canlıların, yaşadıkları doğal ortamlar ile ilişkileri inceler. Temelde ekomerkezcil bir bilim disiplinidir ve ‘çevre etiği’ alanının doğmasında rol oynamıştır. Kimilerine göre, çevrebilim, kavram karmaşasından ötürü, ekolojik mücadelelerin önünü tıkamakta. Hatta, ekologlar da, ekolojik bilinç edinmek ve bu bilinci toplumsal düzeyde yaygınlaştırmak yerine ekolojik çalışmalara yoğunlaşmaktalar. Bunun sonucu olarak, ekoloji konusunda söylem geliştiren uzman ve aydın kesimin etkisini azaltıyor.
Ekolojistler, ekolojik kriz karşısında hareket geçebilmek için terminolojik ve kavramsal yanılgılardan kurtulmak gerektiğini sürekli olarak vurguluyorlar. Çünkü Çevrecilik ve Ekolojizm’in ayırdığına varıldığı takdirde, ekolojik krizin sosyal ve siyasi alanda ne tür etkilere sahip olduğunu daha iyi kavrayacağız ve daha sağlam çözümler üretebileceğiz.