Anlatsana dedi çocuk, uzun hikâye be arkadaş dedi adam.

Mustafa Kutlu’nun eseri olan ve Osman Sınav tarafından sinemaya uyarlayan Uzun Hikâye filminde Kenan İmirzalıoğlu, Tuğçe Kazaz, Altan Erkekli, Ushan Çakır gibi oyuncuları görüyoruz. Oradan oraya savrulan bir ailenin sıcacık hikâyesiyle içimiz ısınıyor bu filmde. Peki, ne mi bu uzun hikâye?

Bu hikâye, bir babanın çocuğuna hiç yorulmadan, en baştan canlandırdığı, sinemayı yakıp Münire’yi kaçıran Bulgaryalı Ali’nin hikâyesi; haktan, hukuktan, eşitlikten ve alın terinden yana olan Ali’nin hikâyesi. Cumalarını kılan, rakı keyfi yapan ama lakabı sosyalist olan Ali’nin hikâyesi, devlete kafa tutan herkesin hakkını eline veren ama oğlu için susan bir babanın hikâyesi ve birde onun aşkının. Filmin başrol oyuncusu Kenan İmirzalıoğlu birçoğumuz tarafından zaten çok sevilen ve beğenilen bir oyuncu ama Ali karakteri ondan da öteye geçiyor. Hele bir de Kenan İmirzalıoğlu gibi biri hayat verince karaktere, daha bir içimizden oluyor Ali. Kenan İmirzalıoğlu’nun sımsıcak gülüşü, gözyaşları karakterle bütün olup sizi de sarmalayacaktır.

 

Gelelim birçoğumuzun bilmediği bir konuya: Uzun Hikâye’nin bir kitabı olduğu ve filmin bir uyarlama olmasından bahsediyorum. Hani kitapların film uyarlamaları çok eleştirilir ve kitabın yerini tutmadığı söylenir ya, bence Osman Sınav bu eleştirilerden alnının akıyla çıkacaktır. Zira birleştirdiği noktalar hikâyeye ayrı bir renk katmakla kalmayıp; bana göre çok daha başarılı olmuştur film.  Hikâyeye sadık kalmak ama manevralarla hikâyeyi değiştirmek, hikâyenin üstünde oynamak -tabiri caizse hikâyeyi sanatlaştırmak- birde bunda gayet başarılı olmak: Evet, Osman Sınav’la tanışabilirsiniz. Başarılı isimlerle dolu olan film, içerdiği mesajla da konuşulmalı. Tabii “burada bir mesaj var, aman alın bu mesajı” demek değil niyetim; fakat benim bu filmden aldığım gıda ve fikirdir. Örneğin “Particilik” adında öyle bir yazısı var ki okumaya değer.

Olmaz dedi çocuk bu sefer olmaz baba; kitapların da kaderi vardır dedi adam bekle arkadaş. Tek silahı kalemiydi oysa bir de L harfi olmayan daktilosu. Düşünsenize: Size, düşünemezsin yazamazsın böyle şeyler deseler, bunlar yanlış, sosyalist misin sen”, “bir dakika” dersiniz bu ülkede düşünce özgürlüğü var. Var mı sahi gerçekten? Belki Ali’nin yaşadığı dönem kadar kötü değil ama hala içimizdekilerin kursağımıza takıldığını inkâr edebilir miyiz?  Aklıma gelen her şeyi söylerim, yazarım, çizerim ben diyebilir miyiz?

Leave a Reply