Romantizm, sinema, güzel kadınlar, aşk, parfüm ve Paris,  Fransa! “Yeni olan her şey böylece kendiliğinden gelenekseldir” demiş Thomas Stearns Eliot ağabeyimiz ya da buna benzer bir şey. İşte tam da bu yüzden sinema tarihinde yenilikler, akımlar süregelmiştir. “Fransız Yeni Dalgası” da sinema tarihinin neredeyse son diyebileceğimiz akımıdır. Peki, nedir bu akımın özellikleri? Öncelikle genç erkek yönetmeler kendilerine özgü birtakım tekniklerle bu akımı sinema tarihine yazdırmayı başarmışlardır. Claude Chabrol, Francois Truffaut ve Jean-Luc Godard bu akımın bilinen en iyi yönetmenlerindendir. Fakat benim amacım bu akım hakkında kimseye ders vermek değil, velev ki haddim hiç değildir. Sinema tarihiyle ilgili bir ders almaktan başka bir şey bilmeyen bu aciz yazarınız sürçü lisan ettiyse af ola.

Gelelim bu akımda beni cezbeden ve yazmaya değer gördüğüm meseleye; kadına olan özel ilgi. Hayır, aklınıza geldiği gibi değil. Kadına ne zaman ilgi olmamış ki şu meşhur Hollywood filmlerinin afişlerinde hep onlar yok mu zaten? Birçoğumuz da onlar sayesinde izlenildiğini düşünmüyor muyuz? Demem o ki Fransız Yeni Dalgası da kadına bakıyor ama başka bir çerçeveden ya da en azından ben öyle yorumladım. Bu akımın ilk filmlerinde, Jules ve Jim, Nefes Nefese gibi, kadının vücudu ve güzelliğinden ziyade onun gizemini, sırrını arayışı görürüz. Ölümcül cazibeden uzaktır kadın ama onun gizemi yine de öldürür. Kamera bile kadının vücuduna değil, yüzüne odaklıdır ve çoğu kez onu düşünürken yakalar. Kamera adeta kadına âşıktır ve onu anlamaya çalışır. Zaten esas adam, başrol oyuncumuz da sürekli kadına “Ne düşünüyorsun?” ya da “Seni anlamıyorum” gibi cümleler kurar. Anlamak zordur çünkü kadını, kolay ulaşılabilir görünse de filmin sonunda bile anlayamazsınız o kadının iç dünyasını. O güzel suratında, gözlerinde bir şey vardır ama adını koyamazsınız, öyle bakar işte. Şimdi tehlikesiz dediğime de bakmayın ha! Bu Yeni Dalga’nın gizemli kadını kimi kez iki yakın arkadaşı birbirine düşürür; kadın da hangisini sevdiğine karar veremez. Karasızdır Yeni Dalga kadını ve acı çektirmekten tereddüt etmez. Yanlış tercih yapmasına rağmen bedelini ödemez ve ayakta kalan hep o olur.

Kadını anlamak, en azından anlamaya çalışmak. İşte bu cezp edici tarafıdır Fransız Yeni Dalgasının. Onu elde etmek değildir mesele, elde de eder birçok kez adam kadını. Ama bir türlü onun iç dünyasına girememe başarısızlığı rahatsız eder esas adamımızı. Kadın ordadır, yanında, dokunabilir ona isterse ama ulaşamaz bir türlü ona. Şimdi bazılarınız “aman ne varmış kadını anlamakta, nesi gizem bunun” diyebilirisiniz. Eyvallah hakkınızdır tabi, zaten bir süre sonra bu akımın diğer filmlerinde bahsettiğim meseleyi göremeyiz. Ya da belki de sadece güzel bir portredir kadın ve izlemek istersiniz, anlamaktan ziyade…

Leave a Reply