Yaklaşık 15 gün önce, 31 Ocak Perşembe günü Orta Doğu’da kimsenin beklemediği bir olay yaşandı. İsrail, Suriye’nin başkenti Şam yakınlarındaki Cemraya’da bulunan askeri araştırma merkezine bir hava saldırısı düzenledi. İsrail’den saldırıyla ilgili beklenen açıklama ise saldırıdan 4 gün sonra, Münih Güvenlik Konferansı’na katılan Savunma Bakanı Ehud Barak’tan geldi. Barak, saldırıyı üstlendiklerini belirtirken, Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu, “Müslüman bir ülkeye yapılan saldırıya sessiz kalamayız.” diyerek saldırıyı kınadığını açıkladı.
Peki, saldırı hangi boyutlarda yorumlanabilir? İlk olarak akıllara gelen, İsrail’in yakın zamanda sonuçlanmış genel seçimleri. Bibi lakaplı Netanyahu yeniden başbakan seçilirken, Knesset (İsrail Parlamentosu) ezici bir üstünlükle sağ görünüme kavuştu. Haliyle seçim sonuçlarının getirdiği rehavetle İsrail, bu saldırıyı güç gösterisi olarak yapmış olabilir. Nitekim İran Dini Lideri Ali Hamaney’in Başdanışmanı Ali Ekber Velayeti’nin, Suriye’ye yapılan herhangi bir saldırının “kendilerine yapılmış sayılacağı” açıklamasından hemen sonra Suriye’ye saldırının gerçekleşmesi, bunun göstergesi.
Üstelik İsrail, uzun zamandır sessizliğini koruduğu Orta Doğu’da, bu saldırı sayesinde varlığını hatırlatmak da istemiş olabilir. Özellikle Knesset’de önemli miktarda koltuk elde eden Habayit HaYehudi (Yahudi Evi) partisi aşırı sağ eğilimli politikalarını tecrübesizliklerine rağmen bir an önce hayata geçirmek için baskı yapmış ve bu sayede de artık daha güçlü bir İsrail olacağının sinyalini vermiş olabilir.
Saldırının görünen kısmı böyle yorumlanabilirken, saldırının bir askeri araştırma merkezine gerçekleşmiş olması işin derinliğine dair bir kanıt niteliğine sahip. Üzerinde daha derin düşünüldüğünde, askeri araştırma merkezinin yok edilmek istenmesi, akıllara İsrail’in endişe ettiği kimyasal silah olasılığını getiriyor. İsrail’in bölgedeki varlığı adına çok önem arz eden bu durumu, İsrail Suriye’de Esed veya başka bir gücün önemi olmaksızın engellemek istemiş olabilir. Seçimlerde özellikle İsrail’in güvenliğini vurgulayan politikalarıyla Netanyahu, bu vaadini şimdilik gerçekleştirmiş gibi de görünüyor.
Suriye’deki muhaliflerin varlığı bakımından da İsrail’in saldırısı değerlendirilecek olursa, özellikle son zamanlarda Mali’de, Libya’da hatta bir bakıma Mısır’da da başgösteren Selefi, bir diğer deyişle aşırı köktenci hareketin varlığı Batı dünyasının endişe ettiği bir durum. Suriye’deki muhaliflerin bu köktenci çatı altında birleşmesi, İsrail’i görünürde rahatsız ediyor gibi görünse de, Esed’e yönelik bu saldırı aslında Suriye’de kim olursa olsun İsrail adına zihinlerde “köktenci” kalacağının belirtisi. Çünkü Suriye, İsrail’in varlığına en büyük tehdit olan İran’ın ve Hizbullah, Hamas gibi diğer İsrail karşıtı güçlerin destek aldıkları bir alanda bulunuyor. Bu ayrıntıyı da göz önünde bulundurmak elzem.
İlginç olarak temas edilebilecek bir nokta da saldırı sonrası Esed hükümetinden şiddetli bir tepki gelmemesi. Tepki boyutunun düşük seviyede kalması aslında aşina olunan bir nokta; nitekim Haziran 2006’da Şam’daki hükümet sarayının üstünden alçak uçuş yapan İsrail uçaklarına da sert boyutta bir tepki gelmemişti. Ancak şimdiki durumun ilginçliği, Esed’in içinde bulunduğu zor durum. Karşısında çok fazla zorlayıcı unsur var. Buna rağmen, Esed hükümetinden, bir saldırıya verilebilecek en düşük seviyedeki sertlikte bir cevap verildi.
Orta Doğu’da bu beklenmedik saldırının altında yatan sebepler ve doğuracağı sonuçlar daha da ortaya çıktıkça, saldırının üzerine yapılan değerlendirmeler de gittikçe ilginç bir hal alacaktır.