BEtrafımız moda hakkında yazılmış, yayımlanmış, konuşulmuş bir yığın çöple doluyken; insanların kafasında oluşan moda anlayışını yargılamak adil olmayacaktır. Yine de, ne zaman birini karşıma alıp da “moda bir nevi sanat dalıdır” desem, karşılaştığım küçümseyici gülümseme beni bu konuda bir şeyler yazmaya teşvik eden şey oldu. Gitgide kalitesizleşen medyanın ve kendini tanımayan sosyal medya canavarlarının etkisiyle çoğunlukla yanlış anladığımız, kimi zaman gözümüzde fazla büyüttüğümüz, kimi zaman yeterince değer vermediğimiz, hatta hakkında pek fazla tarihsel veya kültürel araştırma yapmaya gerek duymadığımız (buna bu alanda eğitim almış insanlar da dahil çoğu zaman) bu fenomenin aslında bir kişilik meselesi olduğunu savunuyorum. Moda vücudumuzu örtmek için kullandığımız kumaş parçalarından ibaret olmaktan ziyade; bir düşünce özgürlüğüdür!

“Moda; tahammül etmesi çok zor bir çeşit çirkinliktir, bu yüzden her altı ayda bir değiştirmek zorundayız” demiş Oscar Wilde. Ben “trend” kelimesinden aynı sebeple nefret ederim ve modanın “trend” kelimesiyle karıştırıldığı noktada, Oscar Wilde’a sonuna kadar hak veriyorum. Bu düşüncenin altında yatan bir başka klişe de iyi giyinmenin maddi özgürlükle ölçülmesidir. Bu tahammül edilmez bir kaçış yolu; kendimizden, kendimizi keşfetmekten… İyi giyinmek, pahalı markaların, hatta en popüler tasarımcıların giysilerini üstünde taşımak değil; tarz sahibi olmaktır. Tarz sahibi olmak da kendini tanımaktan başka bir şey değil… Geldiğin kültürün, içinde yaşadığın toplumun, sosyal ortamın, tarihinin, kişisel özelliklerinin farkında olan; karakter sahibi bir insan fikirleriyle, davranışlarıyla, tercihleriyle kendini ortaya koyabilen insandır. Başka bir deyişle, kişiliğimizi belirleyen birikim ve tercihlerimiz hayatımızın hiçbir noktasında peşimizi bırakmadığı gibi giyinme alışkanlıklarımızı da oluşturuyor.  Giyinme alışkanlıklarımız ise tarzımızı… Yarattıkları bende; sanki Wordsworth okumuşum, Patrick Wolf dinlemişim ya da bir Modigliani tablosuna bakıyormuşumcasına hayranlık uyandıran modacılardan biri Dries Van Noten bu konuda şöyle der: “Amaç insanları değiştirmek değil, kim olduklarını kıyafetlerle anlatma fırsatı vermek”.

Bir keresinde hanımhanımcık giysiler içinde ağzı bozuk genç kadınlar görmüştüm sokakta; 1960’ların sonunda ortaya çıkan Punk kültürünün “anti-moda” tarzında giyinmeye çalışmış bir grup görmüştüm oy vermeye gidiyorlardı. Bunlarla kalsa tüm bu ironiye gülünüp geçilinebilirdi ama her gün, her saat kafalarının karışıklığı seçimlerine, duruşlarına, yüzlerine yansımış insanlar görüyorum. Kendini tanımaktansa mağazalara gidip kendilerine “kostüm”ler alan, giydikleri kostümlere göre “oynamaya çalışan” insanlarla dolu ortalık; büyük mağazalara maddi destek sağlıyorlar. Bunların üstüne Zara katalogundan fırlamış görünümlü adamın biri bilmemkaçıncı kez “moda sanattır” sözüm üzerine gülümsüyor ve ben kendimi dışarı atmak istiyorum. Üstüme ucuz bir ikinci el dükkanından, dandik bir moda dergisi fiyatına aldığım kazağımı giyip, anneannemin ördüğü en sevdiğim atkıma sarınıp: “Şıklık; üzerinizdeki kıyafetten çok, bir kişilik meselesidir” diye Jean-Paul Gaultier’ın sözlerini haykırasım geliyor sokaklarda. Gaultier’i de – ki kendisini Madonna’nın efsanevi ikonik korsesinin yaratıcı olarak tanıtmak daha mantıklı gelse de- “kaldırımdan podyuma” mottosuyla tanıştıracağım bir sonraki yazımda.

Leave a Reply