30 senedir binlerce insanın ölümüne, yüz binlerce insanın mağduriyetine sebep olmuş, Türkiye’nin kapanmak bilmeyen bir yarası haline gelmiş bir sorunun çözülmesini kim istemez ki? Büyük sorunların kesin çözümleri için cesur kararların alınması ve uygulanması gerekliliğini de anlayabilir, sonuna kadar desteklerim. Ancak, bir sorunu ortadan kaldırmaya çalışırken ya daha büyük bir kutuplaşmanın ve ayrışmanın zeminini hazırlıyorsak ne olacak ? Ya ülkemiz bölünmesin diye en sert tavizleri verirken , verdiğimiz tavizlerle bölünmeyi bizzat kendimiz gerçekleştiriyor isek ne olacak ? Ya Kürt vatandaşlarımıza sapına kadar hak ettikleri ‘Kimlik Hakkını’ iade etmeye çalışırken, Türk kimliğini yaralarsak ne olacak ?
Önce şu konuda anlaşalım; bu ülke de çok uzun yıllar Kürt etnik yapısı, Kürt kimliği, Kürt dili, Kürt kültürü ciddi bir asimilasyon ve inkar politikalarına maruz kaldı. Ancak uzun zamandır Türkiye’de ‘Kürt diye bir şey yoktur, bunlar dağ Türk’üdür, Kürt de neymiş…‘ diyen zihniyet çok azaldı ve marjinalleşti. Artık toplumun çok büyük bir kesimi Kürtlüğü en azından bir etnik yapı olarak tanıyor ve kabul ediyor. Bu durum Kürtlere karşı ön yargıların ve haksızlıkların bütünüyle sona erdiğini elbette göstermez ve hala düzeltilmesi gereken haksızlıklar, değişmesi gereken algılar olduğu gerçeğini değiştirmez. Ancak yine de toplumumuzun ve devletimizin bu konu da 30-40 sene önce gösterilen reaksyonları göstermediği ve olgunlaştığı çok net gözüken bir gerçek.
Bugün ise; Türkiye daha riskli ve tehlikeli bir yola sapmış gözüküyor. Kürt açılımı ifadesi ile başlayan ve bugün İmralı görüşmeleri ile doruk noktasına ulaşan müzakere süreci; çatışmayı daha çok arttıracak ve derinleştirecek bir noktaya ilerliyor. Şöyle ki , demokratikleşmek, sivilleşmek, bütün etnik unsurlara eşit haklar vermek gibi son derece insancıl ve demokrat düşüncelerle yapılan söylemler ve eylemler toplumun önemli bir kesimi için fazlasıyla kışkırtıcı olmaya başladı.
Hadi gelin birlikte düşünelim; ilk başta yıllardır ‘Bebek katili ’, ‘Terörist Başı‘ , ‘İmralı canisi‘ gibi sıfatlarla lanetlenen ve halkın zihninde katli vacip bir şeytan statüsünde olan Abdullah Öcalan bir anda ‘akil adam‘ rolüne yerleştiriliyor, bu sorunun çözümüne katkı sağlaması için bizzat devletle birlikte çalışıyor Öte yandan, bizim toplumumuzda en çok yüceltilen, benimsenen ve kullanılan sözcüklerin başında gelen ‘Milliyetçilik‘ bizzat Başbakan’ın ifadesiyle alenen, açık açık ayaklar altına alınıyor. Bir diğer yandan yeni Anayasa da ‘Türklük ifadesi’ olsun mu olmasın mı tartışmaları almış başını gidiyor. Ve bütün bu sıra dışı gelişmeler yaşanırken; Cumhuriyet Savcıları Türk Ordusunun peşine düşüp gün aşırı tutuklamalar yapıyor… Toplumun genel algıları ve alışkanlıkları paramparça edilmiş durumda.
Devletimizin, Hükumetimizin ve kamuoyunun gerek İmralı Görüşmeleri noktasında, gerekse Anayasa süreci konusunda samimi
olduğunu ve bütün bu tavizlerin ortak amacının kendi ifadeleriyle ‘ Anaların gözyaşlarını dindirmek ‘ olduğunu kabul edelim, ve varsayalım ki bütün bunlar daha demokratik, daha özgürlükçü, Sırrı Süreyya Önder’in ifadesiyle daha yakışıklı bir Türkiye için yapılıyor. Peki ya tıpkı Kürtler gibi bu toplumun bir başka gerçeği olan Türklerin kaygıları, korkuları ne olacak ? Daha dün bu ülkenin mutlak hakimi olarak olarak görülen bir milletin varlığı, bugün Anayasa da olsun mu olmasın mı diye tartışılırken, ağzına Türk lafını alan hemen Irkçılıkla, faşistlikle itham edilirken, orduyu biraz övüp ve sahip çıkan direk militarist, darbeci damgasını yerken, toplumda yeni bir hassasiyetin tırmanması kaçınılmazdır. Sizce de bütün bunlar toplumun çok önemli bir bölümü için hazmetmesi oldukça zor gelişmeler değil mi ?
Doğrusu asıl korkum şu ; bugün Türkiye’yi doğu-batı diye ikiye ayırsak, batı da ki Kürt nüfusu büyük olasılıkla doğuyu geride bırakır. Sadece İstanbul’da 3 milyona yakın Kürt kökenli vatandaşımız yaşıyor. Ankara, İzmir, Bursa, Kocaeli, Balıkesir, Antalya, Aydın gibi batı illerimizde ve büyük metropollerimiz de yüz binlerce Kürt kökenli yurttaşımız hayatını sürdürüyor. Ve bütün bu gelişmeler sonucunda , Türklüğün iyice yıpratıldığını ve aşşağılandığını hisseden insanlar , ‘ Şu Kürtlere bir özerklik verilsin, defolup kendi ülkelerine gitsinler ‘ psikolojisi içine girerse neler olabileceğini hayal edebiliyor musunuz ?
Yıllarca aman bölünmeyelim diye silahlı mücadele veren insanların, ‘ Lanet olsun, defolup gidin vatanımızdan ‘ düşüncesine kapıldığı takdirde asıl bölünmenin gerçekleşeceği çok açık bir gerçek. Bu ifade ettiklerimiz kulağınıza şu anda çok ütopik gelebilir…Ve umarım haklısınızdır, dilerim bu ihtimal hiç bir zaman gerçeğe dönüşmez. Ancak artık herkesin kabul etmesi gereken bir olasılık var ki, toplumda günden güne daha çok büyüyen Türklük hassasiyeti, yaşanan tüm bu gelişmeler sonucunda büyük bir patlama yaşayabilir. Ve bu patlama yüzyıllardır birlikte yaşayan, kaderlerini birbirine bağlayan Türk ve Kürt halklarını birbirinden koparabilir.
Ve olan kime olur biliyor musunuz; aslen Kürt asıllı olan hatta etnik olarak Kürt olmasına bile gerek yok aslen doğulu olan, Türkiye’nin batı şehirlerinde doğup, büyüyüp, yaşayan ve kendisini bu vatanın ayrılmaz bir parçası gibi hisseden insanlarımız en büyük acıyı çekmeye mahkum olur. Çünkü bizim ülkemizde çok fazla olan bu tarz insanlar böyle bir durumda arafta kalırlar, dolayısıyla en büyük yalnızlığı da onlar çekerler… Yaşamlarında kendilerini Türk veya Kürt olarak tanımlama ihtiyacı hissetmeyen insanlar, herkesin tarafını seçtiği genel bir kutuplaşmada safını belirlemek zorunda kalırsa hiç kuşkusuz bunun sancısı çok büyük olur.
Dünyadaki bütün insanların doğuştan sahip olduğu kimlik hakkını bu ülkedeki Kürt yurttaşlara iade ederken, 90 yıldır bu toprakların sahibi konumunda olan Türk kimliğini incitmemek sürecin en temel prensibi olmalı. Aksi takdirde yıllar yılı ülkemize kan kusturan bu meşhur kimlik sorunu bu sefer farklı bir versiyonuyla halkımıza acı çektirmeye devam edecek.