1157’den itibaren Tapınak Şövalyeleri artık Kudüs yolunu ve Kudüs’e giden hacıları korumuyordu. Bunun için daha iyi bir yol buldular. Yolcuları potansiyel bir hedef haline getirmeden üzerlerinde değerli eşya bulundurmadan taşımanın sistemin buldular.Bu sisteme göre kutsal topraklara gidecek kişi Avrupa’daki en yakın tarikat mensubuna parasını yatırıp sadece tarikat mensuplarının çözebileceği şifrelenmiş bir not alırdı. Daha sonra gideceği yere vardığında bu notu verip parasını veya değerli eşyasını alırdı.Hacıların yolda ne zaman paraya ihtiyacı olsa en yakın tarikat kumandanlığına gidip notunu güncelleme ve ihtiyacı kadar olan parayı alabilme şansları da vardı. Böylece soygunlarda can ve mal kaybının önüne geçmeyi amaçladılar.Tapınak Şövalyeleri’nin kurduğu bu sistem günümüzün bankacılık sistemine ilham vermiştir. Para transferleri, kredi ve denetleme, güvenli kasaları vardı. Ama en tartışılan hizmetleri yüksek faizle kredi vermeleriydi. O dönemde faiz ile kredi vermek Papalık tarafından yasaklanmıştı. Bu yasağa rağmen Papalık tarafından tapınakçılara izin verilmişti. Bu da papalık tarafından verilen en büyük tavizlerden bir tanesi idi. Yüksek faiz ile kredi vermeleri tapınakçıları büyük bir hızla zenginleşmelerine neden olmuştur. Dönemin neredeyse bütün krallarına faiz ile kredi vermişlerdir. Belli bir süre sonra Avrupa’daki tüm krallıklardan bile daha zengin olmuşlar ve dönemin hemen hemen tüm kralları onlara borçlanmışlardır.
Papa II. Innocent 1139’da ‘Papa çağrısı’ adı verilen bir bildiri yayınladı. Bu bildiriye göre tapınakçılar eşi benzeri görülmemiş ayrıcalığa tabii tutuldu. Ek ödeme, sınır dışına çıkma izni,vergilerden muaf tutulma gibi bu ayrıcalıklar sayesinde güçlerine güç kattılar ve artık Papalık’tan başka hiçbir otoriteye bağlı olmadılar. Tarihçiler bu verilen tavizlerin görünen sebebini Tapınak Şövalyeleri’nin hacıları korumasından dolayı bir teşekkür göstergesi olarak yorumluyor. Buna karşılık verilen tavizlerin bir sus payı olduğunu düşünenlerde yok değil. Onlar Tapınak Şövalyeleri’nin Katolik Kilisesi’ni sarsacak bir takım nesneler sahip olduğunu düşünüyorlar. İddialarını güçlendirmek içinde tapınakçıların Süleyman Mabedi’nde yaptığı kazı çalışmaları ve neticesinde buldukları kutsal emanetler, parşömenlerin Katolik inancını destekler nitelikte olmamasını öngörüyorlar. Dolayısıyla kilisenin bu nesnelerin açığa çıkmasını engellemek için tapınakçılara sus payı olarak bu tür tavizler verildiğine inanıyorlar. Yeni ayrıcalıkların sebepleri konusunda hala tartışmalar devam etmesine rağmen, tüm tarihçiler bu tavizler neticesinde tapınakçıların Avrupa’da muazzam bir güç haline geldikler konusunda görüş birliğindeler.
Bu zenginlikleri ve güçleri sonucunda bir çok kiliseler, evler, bağlar, şatolar inşa ettiler. Bu inşa sürecinde yetenekli taş ustalarının kullanılması akla Tapınak Şövalyeleri’nin günümüz masonları ile bir ilişki olup olmadığını konusunda bir çok tarihçiyi şüpheye düşürüyor. Artık ithalat ve ihracatla ilgilenmeye başladılar. Güçlenen tapınakçılar hiyerarşik bir sistem kurdular buna göre Avrupa’nın her ülkesinde tapınakçıların karargahını denetleyen usta şövalyeler vardı. Ancak hepsinin üstünde görevlendirilmiş hem doğudaki harekatları denetleyen hemde batıdaki hiyerarşik düzeni kontrol eden büyük usta bulunuyordu. Bu dönemle birlikte askeri bir güç olarak kurulan Tapınak Şövalyeleri kabuk değiştirip hiyerarşik bir devlet düzenine dönüştü. Tarihçilerde kanıt olarak da Kudüs’de azami derecede küçük bir birliğin bulunmasına geri kalan kısmın doğudaki birliğe destek olmak amacıyla Avrupa’da ticaretle uğraşmalarını kanıt olarak sunuyorlar. Kısacası para getiren her işe giren tapınakçıların sadece % 5’lik kısmı Kudüs’te bulunuyordu. Bu sistem çöküşlerine yol açacak bazı sorunları da beraberinde getirdi.