“Neden bizde de olmasın?”. Çocukluğumdan bu yana en çok işittiğim şeylerin başında gelir belki bu sitem ya da bazen umut içeren söz dizisi. İnsanımızın doğuştan gelen kısır, sığ model alma ihtiyacından kaynaklandığına şiddetle inandığım tartışmalar dizisi hep bu cümleyle biter.
Hep öyledir ya, Avrupa’nın demokrasi anlayışı mesela.
– Bak Avrupalıya düşünce özgürlüğü var adamlarda.
Ya da: Bak abi Amerikalıya, idamı kaldırmadı.
Sanatımız, sporumuz bile aynı.
– Gavur yetiştiriyor abi! Bizim sistem yanlış!
Böyle büyük laflar ederiz hep. Tartışma konusu böyle bir kıyası kaldırır mı , kaldırmaz mı mühim değildir bizde.
Nereden çıktı demeyin. Hala taze sayılabilecek sözüm ona iki yeni gündem maddesine bakalım:
Cuma akşamı milliler kazanmaya mecbur oldukları maçta Estonya’yı rahat sayılabilecek bir oyunla geçti. Ertesi gün manşetlerde destan yazmışız edası var resmen. İşin aslı on maçlık bir grup mücadelesinin ilk altı maçında berbat bir performans gösterip son dört maça ya Allah demekten başka bir şey değil. Kendimizi içine düştüğümüz zor durumdan çıkarıyor olmamız pek de övünülecek bir şey olmasa gerek. Övüyoruz, heyecanlanıyoruz, seviyoruz bu halimizi. Turnuvaların adı, rakipler değişiyor elbet ama biz hiç gelişmiyoruz.
Bir diğer gündem maddemiz, yaşam tarzı.
Yıllar sonra bir ” paket ” vesilesi ile kamuda türbana özgürlük getiriyoruz. Yıllar yılı uygulanmış, hiç bir anlamı olmadığını düşündüğüm saçma bir yasağı nihayet kaldırıyoruz. Ertesi gün gazetelerde türban ile ilk dersine giren Tülay öğretmen, ilk mesaisini yapan Fatma hanım kutlamalarını yapıyoruz. Röportajı veren ister Tülay öğretmen olsun ister bakan, model göstermeyi ihmal etmiyoruz. “Dışarıda serbest, kendi ülkemde yasaktı” diyoruz mutlaka. Derken, bir bakanımız (üstüne vazife midir bilmem) isim vermeden bir dekolte eleştirisi yapıyor. Model alıyor tabii yine, “Kimsenin yaşam tarzına karıştığımız yok ama… Bu dünyanın hiç bir yerinde kabul edilemez”. Akabinde bir sunucu işinden oluyor. Sebebi bakanın açıklamaları mı değil mi derken kazan kaynıyor yine. Tam da yıllar süren hatayı düzelttiğimiz gün, bu sefer başka bir tarza müdahale ediyoruz. Müdahale ettiğimiz tarz değişiyor ama biz yine gelişim adına sınıfta kalıyoruz.
Şaşırmamak lazım. Ondan sözüm ona gündem maddesi dedim ya bunlara. Bu ülkenin en iyi üniversitelerinden birine, Bilkent’e bakalım; okuldaki ilk yılım. Radyo Bilkent’te çalışıyorum. Hafızam yanıltmıyorsa rektör yardımcımız Kürşat bey röportaja gelmiş. Güzel insan Tuna Kalınsaz da merak edilenleri soruyor. Sorulardan birisi okulumuz kütüphanesinin dış kullanıcılara açık olması hususunda. Her Bilkentli okulunun kütüphanesi ile övünür. Böyle bir kütüphanede de takdir edersiniz ki dış kullanıcıdan rağbet görür. Kürşat bey hatırladığım kadarıyla dünyanın ileri gelen okullarını örnek göstererek cevap verdi soruya. ” Harvard, Oxford gibi okullara baktığınız zaman bu böyledir. ” Gezi olayları sırasında Bilkent Üniversitesi öğrencilerinin önemli bir kısmı rektörümüz Abdullah Atalar’ın sessizliğine tepki gösterdi. Rektörümüz buna dünyanın önde gelen okulları ile birlikte imzaladığı akademik hürriyet prensipleri ile cevap verdi. Anlayacağınız cevap yine alıntı. Bakın dünya da böyle ! Güzel itirazımız yok.
Gelelim son icraata. Okulumuz artık araç pulu olmayan öğrenciden ve dış kullanıcıdan otopark ücreti alıyor. Olur ya bir sabah beni okula komşum bırakmaya kalksa adam yaptığı iyiliğin üstüne otopark ücreti ödeyecek. Harvard ve Oxford’a uğradım, böyle bir sistem yok ancak bu sistemi uygulayan iyi bir okul vardır mutlaka.
Uzun lafın kısası bizde olmaz efendim. Biz lazım olduğunda dünyaya, lazım olmadığında işimize bakarız. Vizyonumuz bu kadar. Hadi iyi bayramlar.