“hani bir dışarda olsam
hep yürürüm, durmam
benimle beraber yürür
gökyüzü, toprak
özgürlük benimle beraber
gökyüzü, toprak ve özgürlük
ne güzel şeyler

***
hani bir dışarda olsam
belki günlerce uyumam”

A. Kadir

            Bir buçuk yıl sonra geri döndüğüm Türkiye’nin beni artık tatmin etmediğini, hatta mutsuz ettiğini söylediğimde bir çok tanıdığım ister istemez savunmaya geçme ihtiyacı duyuyor. “Oysa ki ne kadar özgün bir coğrafyada yaşadığım”ın hatırlatılmasından, küçük çapta vatanseverlik nidalarına kadar çeşitleniyor aldığım tepkiler. Biraz daha açık görüşlü olup da ne demek istediğimi anlayabilen dostlar ise kendi küçük hücreni yaratıp oraya sığınmanın çözüm olabileceğini düşünüyorlar.

Bu huzursuzluğun en önemli sebebi, eskisinden daha da kuvvetli bir şekilde hissedebildiğim erkek egemen toplum yapısı. Çok klişe gelebilir bir çoğunuzun kulağına. Kıbrıs meselesi gibi ağızda sakız olmuş, tartışılmaktan yıpranmış bir mesele ya da çok tuzu kuru bir tartışma olarak algılayabilirsiniz –tanıdığım bir kaç erkek arkadaşın verdiği tepkiye benzer bir şekilde- “toplumsal cinsiyet meselesine gelene kadar başka derdimiz mi kalmadı yahu daha neler neler var üzerinde durulması gereken, sen nelerle uğraşıyorsun” diye düşünebilirsiniz. İşte o zaman daha da üzersiniz beni.

Meselenin önemini vurgulamak için kadın cinayetleri, tecavüz olayları, çocuk gelinler, eşcinsellerin maruz kaldığı marjinelleşme, evlilik içi şiddet, taciz gibi konulardan bahsedip, bu kadar da olmaz dedirten istatistikler paylaşmayacağım. Çünkü böyle yapınca başbakanımız, aslında kadına şiddetin artmadığı sadece istatistiksel araştırmaların arttığı gibi karşı konulamaz argümanlarla çıkıyor karşımıza.* Kendisinin nefes tüketmesine içim elvermez.

Bu yazıda iç karartmak değil niyetim. Samimi bir kaygıyla değinmek istediğim temel nokta şu ki, ülkemiz siyasetinde, iyimser düşünürsek, beşincil/altıncıl önem sırasında olan bu mesele, kendini çemberin içine kıstırılmış hisseden bir kadın olan benim biricik hayatımı çok yakından etkiliyor. Kadınlara daha fazla saygı duyulan toplumların var olduğunu gördükçe üzülürdüm eskiden neden bizde böyle değil diye. Şimdi ise çok seviniyorum, en nihayetinde sorduktan sonra kendime, “kim ki bu biz”? Neden ben kendimi tarihinde bir tane kadın sultanı bulunmayan bir imparatorluğun varisi bu topraklara ait hissetmek durumundayım; burada doğdum ve konuşmayı buraya özgü bir şekilde öğrendim diye mi?  Tüm bunlar çok mu önemli? Hayır.  Bu sebepten ötürü erkek egemenliğin önemli bir oranda daha az hissedildiği topraklara göçmekte bir sakınca görmüyorum.

İtalyan performans sanatçısı Pippa Bacca’nın 5 yıl önce 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde başlattığı "gelin yolculuğu", 31 Mart 2008’de Kocaeli’nin Gebze ilçesinde tecavüze uğrayıp öldürülmesiyle son bulmuştu. Olay Türkiye kamuoyu ve İtalya’da büyük üzüntüye yol açmıştı.

İtalyan performans sanatçısı Pippa Bacca’nın 5 yıl önce 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde başlattığı “gelin yolculuğu”, 31 Mart 2008’de Kocaeli’nin Gebze ilçesinde tecavüze uğrayıp öldürülmesiyle son bulmuştu.

Bir diğer yandan ise sorumluluk duygusu hissediyorum, kendilerini bu kadar bastırmak durumunda olan insanlarımız için, cinsel özgürlüğün beraberinde getirdiği zihinsel ve ruhsal özgürlüğü tadamayan herkes, ama özellikle kadınlar için. Gelişmiş ülkelerde durum çok mu farklı diyebilirsiniz. Öncelikle, evet, durum çok farklı. Erkek egemen toplumun sürüp sürmediğinin yanısıra etkisini ne derecede hissettirdiği de bir o kadar önemli. Umalım ki günün birinde bu topraklara da biraz femininite serpişsin de geceleri sokaklar hepimizin olsun.

http://www.youtube.com/watch?v=do7oWWKOIGo

http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/erdogan-basin-ozgurluklerinin-sinirini-cizdi-kadina-siddet-aslinda-artmiyor-dedi

 

 

Leave a Reply