Hadi Gidelim “Bir Olmaya, İri Olmaya, Diri Olmaya”; Ama Ne Tarafa?

İlk yazımız olan “Hangisinden Yemiş? -1: Neden Erbil Değil de Diyarbakır?”ın ardına ikincisini hemen ekleyelim dedik. Bu yazıda genel olarak konuşmanın içeriğinde geçen “birlik-kardeşlik” mesajlarına ve bu mesajların anlamlarına değinmeye çalışacağız. Bu noktadan hareketle besmelenin ardına başlayalım derim:

Söylemlerden anlaşıldığı kadarıyla bu “yaşanan” sürecin tam bir sonuçla nihayete ermesi halinde “Yeni Türkiye”nin ortaya çıkacağı bilinmektedir. Zaten bu vurgu ilk defa Diyarbakır’da yapılan bir temas noktası da değildir; fakat burada önemli olan, bu “yeni”lik söyleminin bir ayrım çizgisi olduğudur. Yani, dememiz odur ki, Yeni Türkiye’de, söylendiğine göre ayrımcılık, ret-inkar politikaları, ötekileştirme… gibi “istemezük”vâri tavırlar olmayacaktır. Herkes buna karşın kucaklanacak, dışarıda kimse kalmayacaktır.  Buna kanıt olarak da meşruiyet sağlamak için midir bilinmez, “eski” Türkiye’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal’den (dikkat ediniz, Atatürk değil) alıntılar yapılmaktadır:

34362

1. Türkiye Büyük Millet Meclisi. Gazi Paşa Genel Kurula hitap ediyor.

 

 

Millî hudut olarak çizdiğimiz daire (Misak-ı Millî) içinde yaşayan çeşitli İslam unsurları (ânasır-ı İslam) yekdiğerine karşı ırkî,  muhitî, ahlakî bütün hukukuna riayet (farklı olmak hakkına hukukun üstünlüğü anlamında saygı gösteren, uyan) eden öz kardeşlerdir (birlik).”;

 

demekle bir çok noktaya aynı anda vurgu yapmaktadır. Fakat “müslüman”ın anasır-ı İslam’lığı ülke içinde muhite bakmazken ülke haricinde cebren vatan sınırları ile daraltılmakta. Yani buradan hareketle, bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Van’lı bir Kürt, kardeşimiz iken; Erbilli bir Kürt ise milli sınırlar haricinde kaldığı ve vatandaşlıktan da uzak olduğu için müslüman olsa bile hiçbir şeyimizdir, sonucu çıkarılabilir ki bu da en başta güdülen Irak Kürtlerini etkileme sanatını yer ile yeksân edecektir. Aslında Tayyip Erdoğan burada “için[1]” zannınca kullandığı argümanı “karşı”sında bulmaktadır. İşte tam da bu noktada Tayyip Erdoğan 1920 Meclisi’ndeki çok unsurluluk, çokluluk özelliğinin altını çiziyor ve Yeni Türkiye’de bunların artık tezgah altından çıkarak sergileneceğini söylüyor. Fakat burada geçen 10 yaklaşık yılın ardından en azından buna benzer bir tablonun, daha açık bir ifadeyle mesela seçim barajının çokluluğun Meclis içerisinde sağlanması bakımından görülemediğini söylemeliyim.

Söylemlerde sağlanmış “her etnik, her din, her mezhep, …”in temsili, ne yazık ki hem Meclis içinde, hem sokakta, hem parkta ve hem de iş alanlarında bulunmamakta. Bunu “geçmiş”e nazaran daha iyilikle karşılayabilir, “daha iyiyiz, biz tüp kuyrukları gördük yeğenim” diyebilirsiniz. Öyle, amenna, fakat “yeni” Türkiye’nin özgür bir vatandaşı olarak (!) güler, geçerim.

Bu kapsayıcılığın sınırları da mutlaka belirlenmeli ve kırmızı çizgi olarak addedilmelidir. Aksi halde “hangi taraf” olacağını kestirmekteki güçlük süreci oldukça olumsuz etkileyebilir. Yine burada da söylemlerden faydalanmak yolunu seçersek eğer, açıkça göreceğiz ki Erdoğan silahların susması taraftarıdır[2]. Eminim ki bu “taraf”ın karşısında olan pek az kimse vardır, fakat burada çekilmesi gereken çizgi “silah tutmuşlar”ın ne olacağı sorusudur. Yani anladığım kadarıyla “PKK’ya gitmeyin bize gelin, silaha değil siyasete” demektedir. Fakat burada bir sorumuz daha olacak “ya kafaların silah-sızlandırılması, bir de o vardı, o n’olacak?”

İmdi… Başka sorusu olan ? …

Muhabbetle …

Not: Bu yazının devamı olarak “T Tipi Milliyetçilik” yazımızı ilerleyen günlerde yayınlamak niyetindeyiz. Bu yazı daha kapsamlı ve ilk iki yazının değinilmeyen noktaları ile karşılaştırılmalı olarak işlenmek üzere tasarlanmaktadır.


[1] “Gazi özetle şunları söylüyor: Milli sınırlarımız içinde bulunan insan kaynaklarını ve çıkarlarını sınırlarımız dışında israf etmek istemeyiz. Ancak birlik kuvvet teşkil edeceğinden bütün İslam aleminin ittifak etmesini büyük bir memnuniyetle karşılarız. Gerek Iraklıların ve gerek Suriyelilerin bu iki mıntıkadaki dindaşlarımızın kalpleri bizimle beraberdir. Eğer bundan sonra da şartlar oluşursa bunlardan azamî ölçüde istifade etmek mümkündür.”, TBMM Grup Toplantısı Konuşması, 19 Kasım.

Temelde önce, Gazi’nin satırlarından hareketle, Türkiye’nin çıkarı düşünülerek atılacak adımlar hesaplanmalı, daha sonra harekete geçilmeli, denmektedir. Bu önkabulle Tayyip Erdoğan’ın bu açılımının Türkiye’ye mutlak manada fayda sağlayacağı düşünüldüğü için bunun üreticisi olunmaktadır. Bu amacın olur-olmazlığını tartışmaktan çok bunun “nasıl”lığını tartışmak daha faydalıdır. Yani, bu adımlar gerçekten fayda sağlayacak mıdır, buna bakılmalı; yoksa oturup evet-hayır oynanılmamalıdır.

Leave a Reply