“Yerin derinliklerinden geldiler, ellerinde susmak bilmeyen bir yer altı güneşiyle, ne kadar
diplere bastırılsa, o kadar boğulmak bilmez yankısıyla yüreklerinin”
“Bundan önce işçi sınıfı güldü, artık gülme sırası bizde” sözü, grevlerle, boykotlarla, toprak işgalleriyle geçen bir dönemin artık kapandığının sinyaliydi. 80 darbesi, aydınları, öğrencileri sindirdiği gibi, işçi sınıfı mücadelesine de ket vurmuştu. Uzun bir durgunluk dönemi geçiren Türkiye, 1989 yılına ise farklı bir şekilde girmeye hazırlanıyordu. Yeni dünya sistemine entegre olma çabalarının yansıması olan neo-liberal politikalar, tüm ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’deki kamu emekçilerine ve işçilere de kan kusturuyordu. Türkiye’de, toplu sözleşme yolunun tıkanması yaklaşık 600 bin kamu işçisinin eyleme gitmesinde önemli bir etken oldu. Bahar eylemleri olarak bilinen, üç bahar ayı boyunca süren eylemler, 1980 darbesinden bu yana önemli kazanımların elde edildiği ilk eylemlerden biri oldu. Eylemlerin öncesinde %35 ücret artışı öneren hükümet, eylemler sonrasında %142’lik bir ücret artışını kabul etmek zorunda kaldı. Bu başarıyı takiben, tersane ve demir-çelik işçileri de eylemliliklere gittiler, ama en çok ses getireni, Türkiye ve dünya gündemine oturan 1990-91 Zonguldak Büyük Madenci Grevi ve Yürüyüşü oldu.
[box_light]Büyük Grev Başlıyor[/box_light]
1990’lar, Başbakan Yıldırım Akbulut’un, kamu açıklarını bahane ederek, madenlerdeki kamu işletmelerini özelleştirme yoluna gitmesine sahne oluyordu. Özelleştirme, kapatılan bazı maden ocakları ve ANAP hükümetinin işçi ücretleri konusundaki tutumu, Zonguldak halkındaki tepkiyi büyüttü ve 30 Kasım’da, Genel Maden-İş, greve gitme kararı aldı. Buna karşılık lokavt kararı alan hükümet, işi yokuşa sürmek için elinden gelen çabayı gösteriyordu. Hükümetin müdahalesi, işçilerdeki tepkiyi daha da büyüttü ve grev resmen başlamış oldu. Grev sürecinde destekler çığ gibi büyüyor, diğer işçiler de yürüyüş kortejine katılıyor, öğrencilerin varlığıyla direniş daha da büyüyordu. Greve, uluslararası destekler de ekleniyor, başta Avustralya ve Güney Afrika olmak üzere çeşitli ülkelerin madencileri ve liman işçileri, Türkiye’ye kömür gönderilmesini engelliyorlardı. Hareketin, dünya ülkeleri arasında ses getirmesi üzerine, TÜRK-İŞ, 3 Ocak’ta Türkiye çapında “genel greve gitme” kararı aldı. Bir günlük iş bırakma eylemi tüm şehirlerde yaygın olarak gerçekleştirildi ve 4 Ocak’ta, Ankara’ya doğru yürüyüş başlatılacağı kararı alındı.
[box_light]Ankara’ya Doğru[/box_light]
4 Ocak sabahında, maden işçileri, sendikalar, farklı kollarda çalışan işçiler, öğrenciler ve sol örgütlerin katılımıyla sabah 10’da başlayan yürüyüş, sınıf dayanışmasının gücünü gösteriyordu. Yüz binlerin yürüdüğü sokaklar, polis barikatları tarafından işgal ediliyor ama halkın kararlılığıyla barikatlar yıkılıyordu. 7 Ocak sabahı 201 kişi gözaltına alındı, yürüyüş bu şekilde durdurulmaya çalışıldı. Aynı gün Türk İş’e bağlı sendika başkanları, kendi aralarında toplantı yaptılar ve 8 Ocak sabahı Genel Maden-İş genel başkanı Şemsi Denizer, hükümetle anlaşma ortamı yaratıldığını, grevin sonlandırılması gerektiğini işçilere duyurdu. Yoğun itirazlardan sonra hükümetle anlaşma yolunun açıldığını düşünen işçiler greve son verdi ve Zonguldak’a, otobüsle döndüler.
[box_light]Sonuç[/box_light]
16 Ocak’ta ABD ve müttefikleri ile Irak arasında Körfez Savaşı başladı. Bakanlar Kurulu milli güvenlik gerekçesiyle grevleri iki ay süreyle ertelediğini duyurdu. TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu toplantısında, savaşa karşı genel grev talebi dile getirildi ama
kabul edilmedi. Sendikalar, madencileri ilgilendiren toplu iş sözleşmesini imzaladı. Sonuç ise hüsran vericiydi. Büyük Grev öncesi talep edilen 98.000 TL yerine 49.905 TL’ye imza atıldı. Hükümetin, grevin kırılmasından önce teklif ettiği 64.000 TL’den bile geriye düşülmüş oldu.
Böylesine kitlesel bir eylemden çıkarılması gereken ders ise, sendika yöneticileri ve işçiler arasındaki kopukluğun, işçilerin, sendikanın vereceği kararlardan uzak kalmasına ve sürecin dışında kalarak başarısızlığa mahkum olmasına yol açtığının bilinmesi gerektiğiydi. Sendika ağalarının değil, gerçekten işçilerin katılımıyla sendikal mücadelelerin başlaması, zaten arkasına aldığı nesnellikle başarıya ulaşacaktır. Almamız gereken en büyük ders budur, artık geçmişi efsaneleştirmek değil, aldığımız derslerle geleceği geçmişten yazmanın zamanıdır.
[box_dark]KAYNAKÇA[/box_dark]
- http://www.maden.org.tr/resimler/ekler/b5ce63760f024fd_ek.pdf
- http://haber.sol.org.tr/sonuncu-kavga/buyuk-madenci-yuruyusunun-21-yili-haberi-50115