Yakın Çağ Avrupa tarihine bakıldığı zaman, Avrupa’nın çok büyük bir yenileşme ve değişim hareketi içinde olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Bu değişim sürecinde Kıta Avrupa’sı; siyasi, iktisadi, dini ve bilimsel birçok süreç içinden geçerek günümüzdeki konumuna ulaştı. Avrupa bu süre içinde eskiden gelen her kavramı sorgulamaya tuttu, neredeyse her kavrama eskisinden olduğunundan farklı manalar yüklendi; gerektiği zaman da kavram türetildi. ‘Medeniyet’ (Civilization) kavramının da, 19. Asırda bu bağlamda ortaya çıktığını görmekteyiz. Ortaya atılan bu kavramın dönemin şartlarından, aydınlanma Avrupa’sının birkiminden ayrı olması elbette düşünülemez.
[box_light]Medeniyet Sürecini Oluşturan Faktörler[/box_light]
Avrupa’da oluşan Medeniyet algısının tarihçesi bir kaç aşamada incelenebilir: Bu incelemede Rönesans, dini reforamlar, Aydınlanma süreci, Fransız ve Endüstri devrimleri Medeniyet algısını etkileyen temel faktörler olarak varsayılabilir. 15. Yüzyıl öncesi Avrupa’sına bakıldığı zaman önümüze din ve feodalizmin merkezde olduğu bir Avrupa çıkıyor. Sosyal ve siyasi kurumların hepsinin kiliseye biat ettiği, Papalık kurumunun devletler üstü bir konumda bulunduğu, halkın kiliseye kesin bağlılığının olduğu bir sosyal düzenle karşılaşıyoruz. Bu düzenin 16. Asır’da Protestanlık anlayışının kıtaya yayılmasıyla değiştiğini görebiliriz. Calvin ve Luther gibi din adamlarının yorumlarına dayanan bu yeni mezhep, Katolikliğe kıyasla dünyeviliğe ve sekülerleşmeye daha yatkındır. Weber’e göre bu yeni mezhebin yorumlanması ileride görülecek olan kapitalizmin etiğini oluşturmuştur. Bu etik anlayışına göre çalışma kutsal sayılmış, üretim teşvik edilmiştir. Cemil Meriç’e göre de Calvincilik Avrupa’da ‘eşyalaşma mantığı’nın kökenlerini oluşturmuştur. Reformasyon sürecinin bir neticesi olarak Avrupa’da ‘ilerleme’ ve ‘dinamizm’ fikri Avrupa’da yavaş yavaş kök salmaya başlamıştır, Reformların hemen ardından gelen Aydınlanma süreci ise Avrupa’daki bilim ve felsefe anlayışını neredeyse kökten değiştirmiştir.
Aydınlanma’nın en temel ve önemli sonuçları doğa, bilim ve metafizik üzerine olmuştur. Adorno ve Horkheimer aydınlama anlayışının insanı doğaya egemen kılmak ve hurafe olarak gördükleri dinden uzaklaştırmak olduğunu belirtmişlerdir. Aydınlanma’nın kuşkuculuğu, sekülerliği, deneyci bilim anlayışı ve ilerlemeci dünya düzeni mantığı yeni Avrupa’nın medeniyet algısında çok önemli bir yer edinmiştir. İlerleyen yıllarda ideolojinin doğuşu, Fransız İhtilali ve Avrupa’da patlak veren devrim hareketleri, Endüstri Devrimi neticesinde ortaya çıkan şehirleşme, tarım toplumuna dayalı yapının bozulması ve yoğun üretim sisteminin görülmeye başlanması Modern Avrupa’ya son şeklini vermiştir.
Yeni Avrupa’da ‘Medeniyet’ (Civilization) kelimesine ilk olarak 1766 yılında rastlıyoruz. Bu yıllarda kelime genel manasıyla fikri, teknik, ahlaki ve içtimai terakki manalarına geliyor. İlerleyen yıllarda kelimenin aynı manayla biraz daha detay kazanarak devam ettiğini görüyoruz; örneğin Ferdinan Tönnies medeniyet kavramını ‘insanın doğaya söz geçirmesini sağlayan bütün fert dışı vasıtalar’ olarak ele alması Aydınlanma’nın medeniyet kavramı üzerindeki etkisini açıkça gösteriyor. Genel olarak 19 ve 20. Yüzyıl Avrupa aydını medeniyeti materyalist, belli bir mekaniğe dayanan ilerlemeci bir mantıkla ele alıyordu. Marx’ın Komünist manifestosunda ‘bugün toplum gereğinden fazla medenileşmiştir’ demesi medeniyetin tüketime ve maddeye dayanan bir kavram olarak incelendiğinin göstergesidir. Mekanik ve maddecilik dışında bu dönemde Avrupa kimliğini oluşturan bir diğer faktör de ‘rasyonellik’ idi, hatta Weber’e göre Avrupa’nın diğer milletler ve kültürlerde bulunmayan en mühim özelliği rasyonelliktir.’ Bu bağlamda 19. Asır Avrupa medeniyet anlayışının da rasyonelliğin büyük bir yeri vardır. Örneğin Philip Babgy’ın tezine göre aklı idarenin ve akılcılığın artığı yıllarda medeniyet gelişmiş, tersi durumlarda ise medeniyet her zaman gerilemiştir. Ülkemizde de 20. Yüzyıl aydınları arasında da 19 ve 20. Asır medeniyet anlayışı daha çok maddeye ve fenni ilimlere dayanan bir kavram olarak görülüyordu. Ziya Gökalp ‘Hars ve Medeniyet’ isimli eserinde medeniyeti şu şekilde tarif etmiştir: ‘’Medeniyet milletler arasında müşterek müessese olduğuna göre, medeniyetin hakiki unsurları müspet ilimlerle sınai fenniyelerdir.’’
Sonuç olarak, 19. Yüzyıl’da filizlenmeye başlayan ‘civilization’ algısı Modern Avrupa’da çok önemli bir yer ediniyordu, bu dönemde en genel manasıyla civilisationı ilerlemeci, rasyonel, dini bir mantıktan arındırılmış, maddeci bir kavram olarak ele alabiliriz. İlerlemeci ve dinamik bir mantığın sonucu olarak ortaya çıkan medeniyet, Avrupa’da yaşanan sosyal, siyasi, ekonomik ve dini birçok olaydan direkt olarak etkilenmiş ve bu etkilerin ortaya çıkardığı olaylar çerçevesinde şekil bulmuştur. Ayrıca bu medeniyet anlayış Avrupa’nın sömürgeci mantığının da belkemiğini oluşturmuştur. Medeniyet tarihçe olarak pek genç bir kavram olsa da, farklı bakış açıları sayesinde hızla zengin bir içerik kazanmıştır, bilhassa Tonybee ve Hungtinton’la beraber günümüzde çok farklı bir form kazanan medeniyet anlayışı, görüşüne göre daha uzun bir süre sosyal bilimlerde önemli bir yer edinecek gibi duruyor.
[box_dark]KAYNAKÇA[/box_dark]
- Gökalp, Ziya. Hars ve Medeniyet. Diyarbakır: Balkanoğlu Matbacılık, 1964.
- Mark Kisklansky, Patrick Geary, Patricia O’Brien. Civilization In The West. New York: Pearson Longman, 2008.
- Meriç, Cemil. Umrandan Uyarlığa. İstanbul: İletişim Yayınevi, 1996.
- Theodor Adorno, Max Horkheimer. Aydınlanmanın Diyalektiği. İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2010.
- Weber, Max, Protestan Ahlakı ve Kaptalizmin Ruhu,İstanbul: Alter Yayıncılık, 2009
ikurun
Medeniyet kavramının tarihine kuşbakışı bir yazı olmuş, az yerde çok şey anlatmış yazar. Buraya şunu eklemeden geçemeyeceğim: B. Gencer, C. Schmidt’i destekler bir biçimde, ‘civilization’ kavramının temelinde Hristiyanlık’ın yattığını söyler. Bu kelimenin telaffuz edildiği anda ilk akla gelen, dolayısıyla, Batı medeniyeti. ‘medeniyet’ kelimesinin ‘civilization’ dan Osmanlı icadı bir kopya olduğu düşünülürse, Doğu medeniyeti demeden önce, bu tamlamanın insanın bilinçaltında nasıl bir gerilime neden olacağını tahmin ederek, ‘Doğu medeniyeti’ demeden önce iki kez düşünmek gerekir gibi. Zira birşeyle övünmeden önce, ona sahip olmak gerekir.