sandikLekesi_afis-218x300

Oyunun Afişi

Koltuklarınıza oturduğunuzda kendi kalp atışlarınızın sesini duyduğunuzdan şüphelenmeye başlamayın; ritmik, ürkütücü kalp atışı sahneden gelmektedir çünkü. Sade bir dekorla oyunculuğun tüm karmaşasının birleştiği bir oyundu BiTiyatro tarafından sahneye konulan ve Cermodern’in Ankaralılar’la buluşturduğu Sandık Lekesi (Düğün). Yerin altından duydukları sesler, eskimiş bir gelinlik ve üniformanın yanında asılı duran ıslak beyaz bezler, kırmızı tek kişilik bir koltuk, bir küvet ve sandık… Korku filmlerinde betimlenen evlerden bir farkı yok aslında dekorun. Arada bir rüyalarda görünen ölü baba ve bunamış anneyi de sayarsak çok sıradan bir korku filmi… Fakat farklı olan burada dudaklarınız hayaletler yüzünden uçuklamayacak. ‘İnsan soyunun kokusu çıkmazmış yaşadığı evden’ diyor çocuk ölü babasına duyduğu hayranlık ve özlemle. Mezarlıktan kemik toplayıp, mühim sandığa koyuyor. Çıkmayan koku insan soyundan ziyade mezarlık kokusu oluveriyor, delirmek üzere olan ‘abla’ için.  Altında yatan hikayeyi anında ortaya koymuyor oyun. Sandığın açılan kapağından bakabiliyoruz her şeye. Sandığın içi sır dolu bir türlü dökülemeyen.

Oyun oynayan iki kardeş kadar doğal ve sevimli bir şey yoktur elbet. ‘Majesteleri bu gün ne yemek isterler?’ diye soran bir ablaya verilen yanıtlar oyunu iki kardeş arasındaki ilişkiden daha farklı bir boyuta taşıyor. İçeriden gelen tuhaf homurtular, korkunç cümleler bunayan bir anneden başka bir şey değil bizim için fakat onlar için sürüngen, bir ‘şey’. Mutlu anları bozan bir parazit.  ‘Atlılar geliyor, atlılar çiçekleri ezmesin!’ diyen ritmik ve homurtulu bir sesi insan olarak tanımlamak biraz hakaret olurdu doğrusu insanlığa. Öyle ki o ses oyundan çıktığınızda bile kulağınızda yankılanır ve sanki oyun sadece bu cümleden oluşuyor diye düşünür, kulaklarınıza kızarsınız. Aynı zamanda birbirini çok seven ve bir o kadar da hırpalayan iki kardeşin birbirlerine duydukları sevgi ve kavuşma arzusunu anlamaya çalışır bu sefer de aklınıza kızarsınız olayı çözemediği için. ‘Ben sandiklekesi546436756taşlaşmış bir ruhu sevmek için yaratıldım.’ diyen küçük kardeşin aynı zamanda ablasını öpücüklere boğmak istemesi, kafanızı dizlerinizde taşıyormuşsunuz hissi uyandırır. Kafanız portatif bir objeymiş gibi oyunla beraber bir oraya bir buraya savrulur durur. Ta ki oğlan daha fazla ablasının acı çekmesine ve maruz kaldığı bu psikolojik işkenceye dayanamayıp annesini küvette boğana kadar. Kadın eskimiş gelinliğiyle küvetin içinde ölmüş olan kocasının kollarına kavuşmuş, tüm ölülerin huzuruyla dans eder. İki kardeş ne mi yapar? Kadın ağlayarak kardeşinin kollarında, hüzünlü, mutlu ve belki de şehvetli dans eder. Işıklar açıldığında siz kafanızı yerlerden toplamaya çalışır aynı zamanda alkışlarsınız çünkü karşınızda her zaman gördüğünüzden çok daha farklı bir oyun, oyuncuların muhteşem yetenekleriyle sergilenmiştir. Bunun farkına varıp aklınızda kalanlarla beraber yavaş yavaş salonu terk etmeye çalışırsınız, kulağınızda ‘Atlılar geliyor! Atlılar çiçekleri ezmesin!’ cümlesi…

Leave a Reply