Fazıl Say, 14 Ocak 1970’de Ankara’da dünyaya gelmiştir. Üç yaşında müzik hayatına başlayan Say’a henüz çok küçük yaşta olduğu için notalar direkt öğretilmiyor, bunun yerine renklerle öğretiliyordu. Üstüne portrenin çizili olduğu bir kara tahta üstünde notaları öğreniyordu. Notalardan do’ yu mavi renk, re’ yi lacivert, mi’ yi pembe, fa’ yı turuncu, sol’ u kırmızı, la’ yı yeşil ve si’ yi sarı olarak öğreniyordu. Yani her bir renk onun için bir nota demekti. Fazıl Say, konuşmayı tam öğrenememişken evinde bulunan küçük bir klavye, melodika, oyuncak saksafon ve oyuncak bir trompetle duyduğu ezgileri çalmıştır. Renkler Fazıl Say için sadece notalar demek değildi, aynı zamanda her bir renk onun için bir eser demekti. Bir masa takvimini müzik defteri olarak kullanıyordu. Takvimin her bir sayfasına büyük harflerle ve farklı renklerle bir yapıtın ismi yazılmıştı. Okuma yazması olmadığı için, renklere göre eseri tanıyordu. Örneğin, pembe onun için Mozart’ ın 4. Senfonisi anlamına geliyordu. Müziğe renklerle bakan Fazıl Say, plaklara da aynı şekilde bakıyordu. Fazıl Say kitabında bu durumu şöyle örneklendirmiştir:
“Aşık Veysel’in plağının göbeği siyahtı. ‘Kara Toprak’ gibi… Veysel müziğin koyu renklisidir. Belki de yaşam, ışığı göremeyen bir halk şairi için bizim bilemediğimiz koyu renklerle doludur.”
Say, on yedi yıllık müzik eğitimine, dört yaşında ilk kez Mithat Fenmen ile başlamıştır. Mithat Fenmen, müziği Fazıl Say’a eğlenceli bir oyun gibi göstererek öğretmiştir. Fazıl Say, müziğe başladığı küçük yaşında her gün derse gitmesine rağmen, hocası sayesinde müzikten hiç sıkılmamıştır. Her dersten sonra hocasının ona çok iyi çaldığını söyleyerek lokum vermesi, Fazıl Say’ı motive eden başka bir unsurdur. Fazıl Say altı yaşına geldiğinde Mozart ve Haydn’ın sonatlarını ezbere çalabiliyordu. Ezbere çalmasının sebebi nota bilmemesiydi. Hocası Fenmen, ona doğaçlama yapmaya yönlendirmiştir. Her gün derse doğaçlamadan çaldığı parçalarla başlıyorlardı.
“Piyano ile anlat bakalım, bugün sokakta neler gördün? Ben de piyanoda ‘arabalar gördüm’ derdim. Piyanoda trafik gürültüsü, korna ve fren sesleri çıkarırdım… Aklıma gelen her şeyi anlatır, melodiler icat ederdim.”
Fazıl Say hocasının ona uyguladığı farklı tekniklerden birini bu şekilde açıklıyor.
Say on iki yaşına geldiğinde Ankara Devlet Konservatuarı’na kabul edildi. 1982 yılında konservatuara girdikten hemen sonra hocası Mithat Fenmen vefat etti. Bu beklenmedik kayıp Fazıl Say’ı derinden etkiledi. Fazıl Say, Ankara Devlet Konservatuarı’nda “özel statü” adı altında hızlandırılmış eğitim programına alındı. Kamuran Gündemir, Fazıl Say’ın konservatuar hayatı boyunca öğretmenliğini yaptı. Kamuran Gündemir çok fedakâr bir hocaydı. Fazıl Say ve birkaç öğrenciye daha çok ders verebilmek için sabah yedi buçukta okula gelir ve öğrencilerin istediği gibi çaldığını görene kadar dersi asla bitirmezdi. Kamuran Gündemir aynı zamanda müzikle edebiyat ve resim arasında bağlantı kuruyordu. Örneğin, bir tablodan gökyüzünü göstererek istediği akor bağlantılarının, gösterdiği gökyüzü gibi olması gerektiğini söylüyordu. Fazıl Say, hocaları olan Mithat Fenmen ve Kamuran Gündemir’den oldukça etkilenmiştir ve büyük bir piyanist olmasında onların rolünün çok büyük olduğunu söyler.
Fazıl Say, kendini birçok yönden geliştirmiş biridir. Her gün çeşitli müzisyenlerin plaklarını dinliyordu. “Özel statü” programında haftada üç gün okula gittiği için, geri kalan bütün zamanını dünya klasiklerini ve felsefe tarihini okuyarak geçirmiştir.
Fazıl Say yurt dışına gitmek istiyordu. Farklı ülkelerden insanlara yaptığı müziği dinletmek, kendini tanıtmak ve sanatını kabul ettirmek istiyordu. Fakat Türkiye “sanat eğitimi” için burs sağlamıyordu. Yine de Fazıl Say bu konuda endişelenmiyordu; çünkü bir şekilde insanlara müziğini duyuracağına inanıyordu. Konservatuarı bitirmesine birkaç ay kala bir gün, öğle arasında hocası Kamuran Gündemir’ in odasında piyano çalıyordu. İçeri gözlüklü ve güler yüzlü bir adam girdi ve İngilizce konuşmaya başladı. Fazıl Say’ ın yabancı dili çok iyi olmadığı için adamın söylediklerini tam olarak anlamadı, yalnızca adamın “David Levine” diyerek kendini tanıttığını anladı ve Fazıl Say da ona kendini tanıttı. Adam, Fazıl Say’ ı piyanonun başından kaldırarak kendi geçti ve çaldığı parçanın kime ait olduğunu sordu. Fazıl Say parçanın kime ait olduğunu bildi. Adam aynı parçayı Fazıl Say’dan çalmasını istedi. Adam parçayı dinledikten sonra “tamam” deyip gitti. Bu olaydan yaklaşık on beş gün sonra, Almanya’dan ‘David Levine’ imzalı bir mektup geldi. Levine, Fazıl Say’ı Düsseldorf’ta Schumann Akademisi’ne davet etmekteydi ve Goethe Enstitüsü’den DAAD bursu almasına yardımcı olacağını söylemekteydi.
Düsseldorf’a okula başladı ve hocası David Levine oldu. AIDS hastası olan David Levin, Fazıl Say’a hayata nasıl baktığını ve hayattan neler beklediğini anlattı. Fazıl Say, hocasının son günlerine kadar konserlerini verişine büyük bir heyecanla tanıklık etti.
Say, 1991 yılında Schmann Akademisi’nden mezun oldu. Sonraki üç buçuk yıl Fazıl Say için “kendimin hocası” diye tabir ettiği dönemdir. Bu yıllarda üç piyano konçertosu, şan ve piyano için yirmi beş şarkı ve solo piyano eserleri bestelemişti. Berlin Hochschule Der Künste okulunda Müzik öğretmenliği yapmaktaydı. Kendini daha fazla geliştirmek için Berlin’ deki çeşitli konserlere gitti ve kütüphanelerden plaklar ve piyano edebiyatını konu alan birçok eser ödünç alarak inceledi. Bunlara ek olarak, Berlin’de oda müziği konserleri vermeye başlamıştı.
1994 yılının haziran ayında vermiş olduğu bir konser sonrası, müziğini çok beğenen Berlin Hochschule der Künste Müzik Akademisi’ nin Müdürü, Fazıl Say’ın yanına geldi ve ondan bir yarışmaya katılmasını istedi. Say, Genç Konser Solistler Avrupa Yarışması’na katıldı ve yarışmayı kazandı. Bu yarışmayı kazanmak Fazıl Say’a, 1995 yılında New York’ta düzenlenecek olan kıtalararası yarışmaya katılmasını sağladı. Say, kıtalararası yarışmada birinciliği elde etti ve böylece kariyeri için en önemli dönüm noktası bu oldu. Fazıl Say’ ın konçertoları birçok ünlü orkestra tarafından seslendirildi. Dünya çapında tanınan bir piyanist oldu.
Yirmi üç yaşında Genç Konser Sanatçıları Uluslararası Seçmeler ödülünü kazanmıştır. Bir yıl sonra Kıtalararası Dünya Piyano Yarışması’ nda birinci olmuştur. Yılda yaklaşık yüz elli konser veriyor. Neredeyse iki günde bir farklı ülkelerde, farklı toplumlara ve bambaşka kültürlere konserler veriyor. Çoğu zamanını havaalanlarında ve her konserde değişen orkestralarla prova yaparak geçiriyor. Her dakikası müzikle geçiyor ve bir kere bile “Yeter! Piyanonun kölesi değilim ben” diye isyan etmiyor. Müzik, Fazıl Say için çok küçük yaşta kendini adadığı ve yaşamı boyunca devam ettireceği bir alan. Fazıl Say, sorulan “İyi bir virtüöz olmak için günde kaç saat çalışmalıyım?” sorusuna “Sevdiğin kadar çalış, nefrete yönelmeyecek kadar…” yanıtını vermiştir. Buradan da anlaşıldığı gibi müzik onun tutkusudur, onu hayata bağlayandır. Bence çok başarılı olmasındaki en önemli etken piyanoyu para kazanma ya da işi olarak değil hayatının bir parçası olarak görmesidir. Tüm bunlar Fazıl Say’ ı hem farklı kılar hem de dünya çapında çok başarılı bir müzisyen yapar.
[box_dark]Kaynakça[/box_dark]
Say, Fazıl. Uçak Notları. Ankara: Müzik Ansiklopedisi Yayınları, 2001.
_______. Yalnızlık Kederi. İstanbul: Doğan Kitap Yayıncılık, 2009.
Say, Gürgün. Fazıl Say’ın Annesi Olmak Yeteneğin Keşfi. İstanbul: Ana Yayıncılık, 2003.
__________. Müziğin Doruğuna Fazıl Say Yolculuğu. İstanbul: Cumhuriyet Kitapları, 2000.