Oyun Atölyesi ile beraber oynadıkları ve “Honey” karakterini canlandırdığı “Kim Korkar Hain Kurttan” tiyatro oyunu büyük ilgi görmekte, “Deniz Yıldızı” ile başladığı dizi kariyerine “Öyle Bir Geçer Zaman Ki”, “Kayıp” gibi harika yapımlarda aldığı rollerle devam etti ve bu yaz da “Kiraz Mevsimi” dizisiyle ekranlarda olacak. Karşınızda genç ve başarılı bir oyuncu: Nilperi Şahinkaya… Kendisine bu güzel söyleşiden ötürü teşekkür ediyor; ona bol başarı ve mutluluk, size de keyifli okumalar diliyoruz.
GazeteBilkent: Ben sizi “Öyle Bir Geçer Zaman Ki” dizisiyle tanıdım ama öncesinde “Deniz Yıldızı”nda oynamışsınız. Sanırım ilk dizi tecrübeniz bu dizi oldu? Nasıl adım attınız dizi sektörüne?
Deniz Yıldızı’nda Bilkent Üniversitesi Tiyatro Bölümü 4.sınıftayken oynadım, kamera önü oyunculuğuna orada alıştım. O dizide oynamadan önce kamera fobim vardı, kasılıp kalırdım. Deniz Yıldızı’nın bana çok büyük faydası oldu, yolumu açtı. Daha sonra, mezun olmadan bir ay önce Öyle Bir Geçer Zaman Ki için ajansım Renda Güner’e ulaştılar. Mezuniyet töreninden birkaç hafta sonra valizimi alıp İstanbul’a yerleştim ve çekimler başladı. Ankara’yı ve oradaki düzenimi çok sevdiğim için İstanbul şartlarına alışmak bir senemi aldı. Yeni arkadaşlar, yeni düzen derken ben de şimdi bir İstanbul aşığıyım.
GazeteBilkent: Bilkent’ten mezun olduktan sonra kısa zamanda çok çabuk sıyrıldınız ve artık ülkemizdeki en başarılı genç kadın oyuncularından birisiniz. Bu noktaya gelene kadar neler yaşadınız, sizi diğerlerinden daha ön plana getiren artılarınız neler olabilir?
Diğer oyunculardan daha ön planda olduğumu düşünmüyorum ama sektördeki ilerlememden memnunum. Bence artılarım, eleştiriye ve yeniliğe açık, disiplin ve hevesle çalışan biri olmam… Bir de hep iyimserimdir yani söylenmekle vakit kaybetmeyi sevmem. Başarısızlıktan korkmam, önüme bakarım. Zaten başarısızlık göreceli bir kavram hatta bence öyle bir şey yok. Tabii iş hayatında, okullu olmak da bir avantaj.
GazeteBilkent: “Mesude” karakterini canlandırırken o kadar başarılıydınız ki her haliniz çok inandırıcı geliyordu. Sokakta insanlardan tuhaf ya da komik tepkiler aldınız mı canlandırdığınız karakter ile ilgili?
Mesude’yi canlandırırken, insanlar bana oymuşum gibi davranırdı, mesela “Naber zilli?” ya da “Çıkar şu güneş gözlüğünü de bir fotoğraf çekelim cadı kız” gibi değişik tepkiler gelirdi. Aslında ben tanımadığım kişilere karşı mesafeliyimdir, insanlara karşı mesafeliyimdir, bu kadar içli dışlı olmak beni tedirgin ediyordu.
GazeteBilkent: Bu sıralar yeni bir dizide rol almaya başladınız sanırım. Bize biraz senaryodan, rolünüzden bahseder misiniz? Ne zaman, hangi kanalda izleyebiliyoruz?
Yeni dizimizin adı “Kiraz Mevsimi”, bu yaz Fox’ta başlayacak olan bir romantik komedi… Yönetmen Filiz Gülmez Pakman, senarist Aslı Zengin; Süreç Yapım’ın üstlendiği bir proje… Ben senaryoyu bir solukta okudum. Ekip de harika insanlardan oluşuyor. Sete neşeyle gidiyorum.
GazeteBilkent: Oyunculuk yeteneğinizi ne zaman keşfettiniz?
Oyuncu olmaya dokuz yaşımdayken, Paris’te bir operet izledikten sonra karar vermiştim. Hatırladığım tek kare final sahnesinden: bol ışıklı, pembe tonlarında, havada parlak konfetilerin uçuştuğu, fonda neşeli bir müziğin çaldığı bir sahneydi. Büyülenmiştim. Sonra ortaokul ve lisedeki tiyatro atölyelerine katıldım. Lise bitince bir haftada tek başıma üç parça çalıştım ve yetenek sınavını geçip 8/5 bursla Bilkent’e girdim.
GazeteBilkent: “Kim Korkar Hain Kurttan” çok ilgi görüyor. Sizin oynadığınız karakterin oyuna katkısı, mesajı ne sizce? Yeni sezonda devam edecek mi oyun?
Kim Korkar Hain Kurttan’da canlandırdığım Honey karakteri hayatını kocasının üzerine kurmuş tipik bir “American dream” çiftlerindeki ev kadını. Mutluluk maskesiyle yaşarken birden Martha (Zerrin Tekindor) ve George’un (Tardu Flordun) evlerinde kaçtığı acı gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalıyor. Oyunun içindeki seyirci konumunda… Acıyla yüzleşerek katarsis yaşıyor. Oyun önümüzdeki sezon da devam edecek.
GazeteBilkent: Tek sinema filminiz “The Watercolor” tekniği açısından çok farklı ve özel bir çalışma, bu filmde yer almak nasıl bir duyguydu sizin için? Nasıl bir sinema filminde oynamak istersiniz en çok ya da belli olan bir projeniz var mı?
The Watercolor’un yaratıcısı Cihat Hazardağlı annemin çocukluktan arkadaşıydı, ben üniversitenin ikinci sınıfındayken tatil için Cihat’ın yanına uğradık annemle, bana da küçük bir rol verdi. Oynarken çok yavaş hareket edilmesi gereken bir filmdi çünkü çekimler kamerayla değil, ard arda çeken bir fotoğraf makinesiyle yapılıyordu. Görüntüler suluboyadan olduğu için, Cihat oyuncuları ve kostümleri boyuyordu sonra da bilgisayarda her bir kareye suluboya efektini veriyordu. Gerçekten çok zahmetli ve sabır gerektiren bir işti. Şimdi bir sinema filmi projesinde yer alıyorum fakat seneye ertelendi. Filmin senaryosu ve karakterim içime sindikten sonra her tür filmde oynarım.
GazeteBilkent: Tiyatroda da dizilerde de sanki birbiriyle alakasız rollerde oynamışsınız gibi geldi bana. Duyduğum kadarıyla her oyuncu da hep farklı roller oynamak ister. Sizi düşününce aklımıza bir stereotip rolün gelmemesi sanırım sizin için bir artı olmalı.
Aslında televizyon sektöründe bir rolün üzerine yapışması çok olağan bir durum… Sonuçta yeni bir projenin castı ister istemez çağrışımlarla oluşuyor. Yeniyseniz fotoğrafınızın yarattığı çağrışım, başka dizilerde oynadıysanız da eski karakterinizin bıraktığı etki akla gelmenize sebep oluyor. Yani aynı rollerin gelmesi doğal, iki karakterin farkını çıkarmak da oyuncunun işi…
GazeteBilkent: Size göre gördüklerinizin arasında bu yılın en etkileyici tiyatro oyunu hangisiydi?
Bu sene izlediğim oyunlar arasında “Arturo Ui’ nin Önlenilemez Yükselişi” (Afife Ödülleri’nde en iyi prodüksiyon ödülünü boşuna kazanmadı.), “Tavşan Deliği ” ve “Kalp Düğümü” beni çok etkiledi. Kalp Düğümü’nden sonra Melisa Sözen’in en büyük hayranlarından oldum.
GazeteBilkent: Katıldığınız bir televizyon programında çok istediğiniz şeyleri hep başardığınızı bunlardan birinin de Oyun Atölyesi ile beraber oynamak olduğunu söylemişsiniz. Sıradaki hedefiniz ya da hayaliniz nedir?
Hep sırada bir sürü hayalim, hedefim olurdu ama fark ettim ki hep gelecekte yaşayıp, her günüm geleceğim için bir araç haline geliyordu. Bunu fark ettiğimde kendime geldim. Hayatımın şu noktasında zaten çok mutluyum. Kafamda sürekli gelecekte bir yerlere koşarken, şu anın tadını çıkarmayı unutuyordum. Artık akışa bırakıyorum ve hiç bu kadar rahat ve huzurlu hissetmedim.
GazeteBilkent: Yaratıcılığınızı ve enerjinizi nasıl beslersiniz; nelerden ilham alırsınız?
Yaratıcılığımı aşk besler: doğaya olan aşk (güneş, deniz kenarında yürüyüş, yemyeşil parklar, gökyüzü, evimin manzarası), müziğe olan aşk, sevdiklerime olan aşk ve tabii ki aslında Tanrı’ya olan aşk; yani şükran duygusu, neşe-coşku, sadece şu ana odaklanmak ve şimdinin tadını çıkarmak… O zaman birden ilham, fikirler, yaratıcılık, üretkenlik, yenilik ve enerji geliyor.
GazeteBilkent: Bilkent’le ilgili bir soru olmadan olmaz. Nasıl hatırlıyorsunuz Bilkent’i, buradaki fakültenizi, ortamı, hocalarınızı… Size neler kattı, ne kadar eğlenceliydi ya da çok zor muydu?
Bilkent ile ilgili söyleyebileceğim iki güzel şey var: Tatil köyü gibi güzel bir kampüsümüz ve ismi olan bir üniversitemiz mevcut. Fakat ben hep iyi hissetmeye çalıştığım halde buna izin vermeyen insanlarla dolu dört sene geçirdim maalesef. Bol hayal kırıklığı yaşadım ama şimdi, aştığım o zorluklar sayesinde her koşulda dik durabiliyorum. Bir de, motivasyon olarak, özellikle yetenek sınavıyla alınan öğrencilere şunu söylemek isterim: siz okulda hangi konumda olduğunuza, ne kadar takdir topladığınıza takılmayın; kendinize her gün, mesleğiniz olacak olan bölümünüze duyduğunuz aşkı hatırlatın ve inançla yolunuza devam edin.
Not: Öne çıkarılmış fotoğraf çekimi Selcen Kadakal’a aittir.