“Hak”, “hukuk”, “adalet” gibi kavramlar Osmanlı devlet ve toplum mekanizmasında hayati bir yer edinmekteydi. Osmanlı’da tebaanın saadeti ve itaati için ‘adalet’ mefhumu olmazsa olmazlardan birini teşkil ediyordu. Hukuk ve adalet terimleri devlet için o kadar mühimdi ki 17.yüzyılda devlet gerilemeye başladığı zaman, dönemin risalelerinde göze batan şey devletin askeri gücünün ya da gelirlerinin azalmasından öte adaletin eksikliği, devlet görevlilerin atanmasında liyakatın bulunmaması gibi hukukla doğrudan bağlantılı kavramlardı. Hatta bu eksikliğe vurgu 19.yüzyılda bile dönemin aydınları tarafından sık sık vurgulanmıştır. Tunuslu Hayreddin, Osmanlı’nın Batı’nın gerisinde kalmasının asıl sebebini iktisadi veya askeri koşullarda aramak yerine direkt olarak ‘adaletin eksikliği’ne işaret etmiştir.
İşte bu yüzden Osmanlı’nın hukuki yapısı ve bu yapılar bağlamında oluşturduğu kurumlar bir hayli önem arz etmektedir. Hepsinden önce Osmanlı’nın hukuki yapısının temel unsuru şer’i, yani dini hükümler üzerine inşa edilmiştir fakat Osmanlı’nın hukuk sistemi bir tek Şer’i hükümlerle sınırlı değildi, şer’i hukukun ve ulemanın müsaade ettiği derecede, Osmanlı padişahları da kanun çıkartma yetkisine sahipti. Bu kanunlar daha çok ‘örfi hukuk’ kapsamında ele alınıyordu.
Osmanlı hukuku üzerine çalışmalar yapan Ahmed Akgündüz, örfi kanunları şu şekilde açıklıyor: ‘’ Şer’i hükümlerin tanıdığı sınırlı yasama yetkisine veya içtihad esasına dayanılarak, özellikle mali hukuk, toprak hukuku, ta’zir cezaları, askeri hukuk ve idare hukukuna ait hukuki düzenlemeler ve temelini örf-adet, amme maslahatı gibi tali kaynaklar teşkil eden içtihadi hükümlerdir ki, bunlara da örfi hukuk, siyaset-i şer’iye, kanun, kanunname ve benzeri isimler verilir.’’
Netice olarak örfi hukuk için, yani kanun koymak için bazı temel gereklilikler mevcuttu:
1- Şer’i hükümlerin dışında bir durum, yani kanun koyulacak durum için bir kısıtlama bulunmaması gerek
2- Yapılacak kanuna dair yaygın bir adetin veya kıyasa esas olacak bir genel adetin varlığı
3- Hükümdarın iradesi
4- Genel düzenin bu kanunun yapılmasını gerektirmesi
Basitçe örfi kanunların birer padişah fermanı olduğunu söyleyebiliriz. Bu kanunların kaynağı doğrudan doğruya padişahın iradesidir ve padişahın emirlerine bağlıdır. Örfi hukukun Osmanlı Devleti’nde varlığı Orhan Bey zamanında görünmeye başlanmıştır, 1. Murad zamanında da örfi hukuk vergilendirme konusunda ortaya çıkmıştır. 1366 yılında Ahi Musa vakıf beratı karşılığında her çeşit vergilendirmeden muaf tutulmuştur. 1. Beyazıd devrinde de örfi kanunlara sıkça başvurulduğu göze çarpmaktadır. Sultan Beyazıd’ın hazineyi takviye için yeni vergiler koyması, defter ve tahrir usullerındeki uygulamalar, kadılık kurumunda belli başlı reformlarda bulunması, örfi kanunların önemine işaret etmektedir. Ayrıca yukarıda da bahsedildiği ve isminde de anlaşılacağı üzere örfi kanunlar eski Türklerin kültür ve devlet anlayışıyla bazı paralellikler göstermektedir. Mesela Ahi Musa’nın vergilendirmeden muaf tutulması Türk- Moğol kültüründeki tarhanlık kurumuyla bağlantılıdır. Fatih de meşhur Kanunnamesini beyan ederken ‘’ Bu kanunname atam ve dedem kanunudur, benim dahi kanunumdur; evlad-ı kiramım neslen ba’de neslin bununla ‘amil olalar.’’ diyerek geçmişe ve töreye atıfta bulunmuştur.
Padişah ferman ve kanunnameleri örfi kanunların birer dalı ve parçası olduğu söylenebilir, beslendikleri kaynak ve niyet de aynıdır. Kanunnameler’in hızlı bir şekilde artmaya başladığı dönem İstanbul’un fethine ve Osmanlı’nın beynelmilel bir devlet olmaya başladığı zamana rast gelir; Fatih, II. Beyazıd, I. Selim ve Kanuni devrinde ferman ve kanunnamelerin yeri büyüktür. Bu dönemde Kanunnameler’in denetiminde ve yapım rolünde Ebu Suud ve İbn-i Kemal gibi şeyhülislamlar ön plana çıkmıştır. Lakin kanunnamelerin hazırlanmasına Nişancıların rolü ve vasfı şeyhülislamlardan daha büyüktür. Halil İnalcık’ın da dediği gibi: “Bir bakıma şeriat için müfti ne ise, örfi kanunlar için de nişancı öyle sayılır.” Padişahın hazırladığı bütün kanun maddeleri Nişancı’nın onayına bağlıdır. Padişahın kanunnamedeki tuğrası da nişancı tarafından çekilir. Ayrıca tahrir defterleri, yani toprak düzenlemeleri ve tımar teşkilatını içeren belgeler bizzat Nişancı tarafından denetleniyordu. Bu suretle kanunların en son resmi kopyaları nişancının eli altındadır. Bu yüzden örfi hukuka ait meselelerde en son geçerli kanunu bildiren makam, nişancılık makamıdır. 2. Beyazıd devrinde Kasım Paşa, Kanuni zamanında Celâlzade Mustafa Paşa ve Haydar Efendi kanunnamelerde payı sahibi olup öne çıkan nişancılar arasındadırlar.
Osmanlı’da örfi hukukun uygulanması bazen ihtilaflara da sebep olmuş ve günümüzde bile tarihçiler arasında münakaşaya açık bir konu olarak yerini korumuştur. Fermanların ve kanunnamelerin ardının arkası kesilmediği Fatih devrinde yaşamış olan tarihçi Tursun Bey, örfi hukukun mantığını “siyaset” ve “toplum” bağlamında çözmeye çalışmıştır. Tursun Bey’e göre insan tabiatı gereği toplu halde yaşamaya muhtaçtır. Aksi halde, başıboş bırakıldığı zaman çatışma ve savaşın çıkması kaçınılmazdır. Bu yüzden ‘tedbir’ gerekmektedir, Tursun Bey’in burada “tedbir”den kastı toplum içinde adaleti sağlamak için gerekli düzenlemeleri yapmak, herkese hak etiğini vermek ve haksızlığı önlemektir. Bu eylemler “siyaset” olarak da sınıflandırılabilir. Tursun Bey’in yaklaşımında, tedbir eğer ilahi kanunlara dayanırsa “siyaset-i ilahi” denir, Osmanlı’da bu Şer’i hukuka tekabül eder. Eğer akıl esasına dayanırsa ‘’siyaset-i sultani’’ olarak ele alınır. Sonuç olarak Tursun Bey’in bu tespitlerinden anladığımız “tedbir”in ya da “siyaset”in iki boyutu vardır ve toplumun düzeni için “siyaset-i ilahi” gerekli olduğu kadar “siyaseti sultani” diye adlandırdığı örfi hukuk, fermanlar ve kanunnameler de lüzumludur.
Sonuç olarak, bu yazıda Osmanlı devlet mekaniğinde hukukun önemini ve bu bağlamda örfi hukuku anlatmaya çalıştık; hakkında çok fazla tanım olsa da örfi hukuk, fermanlar ve kanunnameler basitçe Sultan’ın sınırlı yasama yetkisi içindeki gücünü ve otoritesini gösterir. Örfi hukuk, şer’i hukukun olumlu cevaz verdiği yerlerde günlük hayatı, devlet işleyişini kolaylaştırmak için dizayn edilmiş ve bazen de şahıslarla ilgili meselelere çözüm olarak getirilmiştir. Osmanlı Devleti’ndeki bu hukuk sistemi Tanzimat ile birlikte yavaş yavaş değişime başlamış ve etkisini Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar tedricen kaybederek ortadan kalkmıştır.
KAYNAKÇA
1-İnalcık, Halil, Devlet-i Aliyye Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar-1, İş Bankası Yayınları, Ocak 2012
2-Akgündüz, Ahmed, Bilinmeyen Osmanlı, Osmanlı Araştırmaları Vakfı, 2000
3-Meriç, Cemil, Umrandan Uygarlığa, İletişim Yayınevi, 2002