Adının geçtiği yerde gerilim yaratan, tüyleri diken diken eden, özellikle de İslam dininin yaygın olduğu ülkelerdeki mentalitede dinsizlik olarak atfedilen bir terim laiklik. Hıristiyanlıkta yalnızca devlet ve kilise işlerinin ayrımıdır. Yani, bir uzlaşma durumudur. Türkiye’de ise bu kavram bütün toplumsal, kamu, siyasi ve hukuki alanları etkiler çünkü çoğunluğun dini olan İslam başlı başına bütün toplumsal, kamusal ve hukuksal alanlarla ilgilenir. Haliyle bizde durum daha karmaşık. Bizde devlet rejimine uzanan söylemlere kadar tartışmalara yol açarak daha geniş kapsamlı sorunların kapısını aralar . Muhafazakar kesim ise çoğu zaman din özgürlüğünden dem vurur. Bu duruma iki taraf açısından da bakmak gerekir. Örneğin rejim korkusunun sebebi radikal İslamcı kitlelerin bazı söylemleri ya da eylemleri. Örneğin, Madımak Katliamı. Diğer taraftan laiklik korkusu, din özgürlüğünü engelleyici nitelikteki uygulamalar. Örneğin üniversitelere başörtüsüyle alınmayan öğrenciler. Şuan ise anayasamızda laiklik yer almasına karşın uygulanmaması ve bu karşıt söylemlerin gitgide daha da zıtlaşması Türkiye açısından oldukça tehlikelidir.
Laiklik, hepimize ilköğretim sıralarında ezberletilen “din ve devlet işlerinin birbirnden ayrılması” ifadesinin yanı sıra devletin dine karışmaması aynı zamanda dinin de devlete karışmaması olarak yorumlanır daha çok. Burada karşılıklı bir özveri ve anlaşma söz konusudur ki her iki taraf da kazançlı çıkar kanımca. Örneğin, kendisini anayasa üzerinde laik ve sivil milliyetçi olarak tanımlamış Türkiye Cumhuriyeti’nde Müslüman bir çoğunluk bulunmasına karşı hükümetin hem bu çoğunluğu hem de azınlık olan dini ya da etnik grupları temsil etmesi gerekmektedir. Ancak anayasamızda yazan çoğu şey gibi laikliğin de uygulanmamasıyla birlikte siyasiler dini toplum üzerinde kendini sevdirme amaçlı kullanmış ve çoğu zaman da başarılı olmuşlardır. Örneğin, devletin makam araçlarıyla Cuma namazına gitmesi laiklik ilkesini çiğnemektir. Bunun yanında bütün ülkeye mal olmuş, seçilmiş siyasilerin dini söylemleriyle halkın gönlünü fethetme çabaları da ülkeyi kutuplaştırıp azınlıkları bastırmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’ni bir Müslüman ülkesi olarak göstermekten vazgeçilmelidir. Aynı zamanda laikliğin bir dinsizlik algısı olarak anlaşılması da terk edilmelidir. Özellikle İslam’a gönül vermiş arkadaşlaradır bu sözüm: Laiklik dediğim için beni dinsiz sayacaksanız hiç çekinmeyin ancak burası laik bir Cumhuriyettir ve öyle kalması temennimdir. Sizler dininizi benim özgürlüğüme göz dikmeden dilediğiniz gibi yaşayabilin, istemeyenler de yaşamama hakkına sahip olsundur istediğim. Aynı zamanda dini dilinden düşürmeyip, saraylarda yaşayan ve biz halkın hakkını gasp eden siyasilerden korunmasıdır laiklik. İnsanlar, din ve emek sömürüsüne karşıdır, karşı da olmalıdır. Laiklik de bunu amaçlar, peki nedir alıp veremediğiniz?
Aynı zamanda laiklik Müslüman ülkelerde toplumsal bazı sorunlara çözümdür, örneğin kadının toplumdaki yeri, giyinişi ya da hukuk ve vicdan gibi. Müslüman ülkelerde, yani laikliğin içselleştirilmediği ülkelerde, kadın İslam’a göre nerdeyse oradadır algısı yüksektir. Çünkü din toplumla bağdaştırılmıştır ve kadının açık giyimi bazı kesimlerce ayıplanmıştır. Tecavüz ve taciz vakalarında da kadın hep haksız taraf görülmüş ve kadının dikkat etmesi gereken şeyler olduğuna dair kararlar verilmiştir ve verilmektedir.
Laiklik, bu gibi problemlerin çözümünde ciddi bir sorun çözücü mekanizma görevi görür. Çoğunluğun hükmettiği hatta dinin hükmettiği bir toplumdansa herkesin özgürlüklerine hizmet eden bir mekanizmadır. Korkulmamalıdır, aksine desteklenmelidir.