Eline bir fincan çay alıp, kitap okumaya başlayan biri için arka fonda olabilecek hafif ritimli veya konserde avaz avaz söylenebilecek kadar yüksek tempolu bir şarkı…
Bu ikisini bir araya getirebilen, çocukluğumuzdan bu yaşımıza hayatımızın bir parçası haline gelmiş, sözlerinde bazen kendimizi bulduğumuz; bazense kendimizi tamamen kaybettiğimiz bir grubumuz: ‘MFÖ’.
Yıl 1965… Bu efsane grubun tanışması, bir başka efsane grubun vesilesiyle olmuş. Fuat Güner’in elinde ‘The Beatles’ plağı gören Mazhar Alanson, plağı beraber dinleme teklifinde bulunmuş ve böylelikle tanışmışlar. Bu ikili önceleri Kaygısızlar’da çalışmışlar, sonradansa grup isminin son harfinde olan Özkan Uğur dahil olmuş.
Nihayetinde, grup 1984 yılında ilk albümleri olan ve genelde konserlerinde başlangıç şarkısı olarak kullandıkları Ele Güne Karşı’yı çıkarmışlar. Hemen bir yıl sonra, meşhur ‘Diday Diday Day’ şarkılarıyla katıldıkları Eurovision Yarışması’nda 14. olmuşlar; ama bu yarışmanın onlardaki en büyük etkisi, sunucunun Mazhar, Fuat ve Özkan isimlerini kısaltıp MFÖ demesi sonucu bundan böyle grubun adının MFÖ olması ve öyle söylenmeye başlanması imiş.
İşte yol kenarında bu üç harfi (MFÖ) görmem, beni bir hayli heyecanlandırdı. Bilmeden, duya duya şarkılarını ezberlediğim bu üç başarılı adamın konserine gitmem gerektiğini düşündüm. Gordion AVM’de dün akşam saat 17.00’de olan konsere, ücretsiz olması sebebiyle bir hayli kalabalık olacağını tahmin ettiğimiz için arkadaşımla erkenden gittik. Ulaştığımızda henüz konser alanı yeni kuruluyordu ve ses sistemi kontrolleri yapılıyordu. Konser saatine yakın bir saatte alana geri geldik. Bu sefer oturacak yer değil, ayakta duracak yer dahi kalmamıştı ve öyle ki; konser alanı çevresi hariç, alışveriş merkezinin üst katları da ahneyi görmek için aşağıya uzanan insanlarla doluydu. Fakat bu benim için konser atmosferinin olmazsa olmaz parçalarından biri, hem seyirciler hem de sanatçı o hep bir ağızdan şarkı söyleme havası; ancak bu şekilde daha iyi hissedilebiliyor. Epey arkada olduğum için, insanların yüksek alkış sesleri sonrası üçlünün sahneye çıktığını anladım. Konserin bir diğer güzel özelliği ise –ki bu MFÖ’nün başarısıdır- her yaş grubundan insanın tüm şarkılara eşlik etmesiydi. Grup üyelerinin kendi yaşıtlarından insanlar mı ararsınız, yoksa bir konser klasiği olan babanın omzundaki küçük çocuklar mı, hepsi oradaydı.
Grup sabit düzenleri üzerine sağda Fuat, ortada Mazhar, en solda ise Özkan olmak üzere sahnedelerdi. Gelenekselleşmiş bir şekilde konser ‘Ele Güne Karşı’ şarkısıyla başladı; devamında ise Mazeretim Var, Ah Bu Ben, Sakın Gelme, Mecburen, Psikopatım, Yandım, Yalnızlık Ömür Boyu, Benim Hala Umudum Var, Güllerin İçinden, Bu Sabah Yağmur Var İstanbul’da, Ne Bileyim Ben, Vurgun Yedim, Ali Desidero’ şarkıları söylendi. Şarkı aralarında grup seyirciyi eğlendirmeyi bildi, yılların verdiği ustalığı bizlere harika bir şekilde geçirdiler. Konseri tekrar Ele Güne Karşı’yı söyleyerek sonlandırdılar.
Yıllar geçtikçe güç kazanan, daha çok sevilmeye başlanan grup; çıkan haberlerin aksine, aralarında hiçbir sorun olmadığını güçlü sesleri ve birliktelikleriyle gösterdiler. Bu MFÖ sevgisi bitecek gibi görünmüyor; umut ettiğimiz şey, uzun yıllar daha sürmesi ve asla unutulmamaları.
Net olmasa da konserden bir fotoğraf:
Mazhar Alanson’dan bir anekdot:
“Ajda Pekkan ile bir gün Bebek Belediye Gazinosu’nda sahneye çıktık, çalıyoruz. Bir şarkının başında, Ajda şarkının sözlerini unutmaz mı? Herkesin eli ayağı birbirine dolaştı. Ajda büyük bir ustalık göstererek bize döndü “Gördünüz mü, bensiz olmuyor.” dedi. Sahnede öyle kalakaldık. Seyircilere döndü, o malum girizgâh “Bir iki üç…” dedi ve parçaya girdi. Ama bu sefer de biz çalmıyoruz. O anda verilen spontane bir karar. Ajda şaşkına döndü. Arkasında müzik yok. Biz de dedik ki; “Demek bizsiz de olmuyormuş.” Tabii bu ilişki hemen sona erdi. Çünkü o bir stardı.”