1981’de François Mitterand Fransa’nın 21. başkanı olarak göreve başladığında, zengin Fransızlardan alınmak üzere varlık vergisi ve asgari ücrette kayda değer bir yükseliş vaat etmişti. Başkan olur olmaz da sözünü tutarak vaatlerini yerine getirdi. Ancak iki yıl içinde, Fransız Frank’ı defalarca devalüasyon yaşayınca ekonominin yönü değişti ve Mitterand, kapitalist pazar düzeniyle uyumlu bazı hamleler atmak zorunda kaldı. Mitterand’ın bu hareketi, sol kanat partilerin kapitalist pazar düzeniyle yaptıkları barış görüşmelerinin ilk aşaması olarak yorumlandı. Benzer bir şekilde bazı ekonomistler bu durumu, Bretton & Woods sisteminin çökmesi ile serbest kalan uluslararası para akışının sol hükumetlere karşı zaferi olarak yorumladılar. Gerçekten de o yıllar, tahvil piyasasının hükümranlığı altındaydı ve yakınlarda İngiltere’de yapılacak olan seçimler, bize yeni bir Mitterand vak’asının yolda olabileceğini söylüyor.
Yapılan anketlerin gösterdiği üzere 7 Mayıs’ta İngiltere’de yapılacak olan seçimden, İşçi Partisi liderliğinde bir azınlık hükumeti çıkması kuvvetle muhtemel. Bu durumda Edward Miliband’ın başbakanlığına kesin gözle bakılıyor. Seçim tahminlerine göre, Cameron’ın Muhafazakar Partisi ile Liberal Demokratlar, koalisyon kursalar dahi parlamentoda çoğunluk elde edemeyecekler. Zira Miliband’ın İşçi Partisi, onların koalisyon kurmaları durumunda dahi parlamentoda onlardan fazla koltuk sahibi olacak. Genel kanı, İşçi Partisi’nin İskoç ve Galler milliyetçileri ile ortaklaşa bir koalisyon hükumeti kuracağı yönünde.
Her ne kadar Miliband “Kızıl Ed” olarak adlandırılıyor olsa da, Miliband’ın ekonomi politikalarına yönelik vaatleri, İşçi Partisi’nin daha önceki manifestolarından oldukça farklı bir çizgide. Yine de Tony Blair’ın vaktiyle çizdiği “conformist” yani uyumlu tavra karşı da oldukça mesafeli bir Miliband görüyoruz. Miliband’ın ekonomik vaatleri, bir taraftan 2 milyondan fazla ederi olan evler için oldukça yüksek yeni vergiler öngörürken, diğer taraftan da yurt dışında lüks mülk edinerek vergi kaçıran İngilizlerin bu ayrıcalığını ortadan kaldırma hedefinde.
İşçi Partisi, ayrıca 2020 itibariyle yatırım harcamalarını kısmak suretiyle, bütçenin de denge kazandığı bir ekonomi vaat ediyor. Keynesçi ekonomistlere göre bu yaklaşım, muhafazakarların tüm harcamalarda genel kesintiye gitmeye yönelik yaklaşımından daha anlamlı. Gerçekten de İşçi Partisi’nin seçimi kazanması, ekonomik açıdan ya bütçe açığını kapatarak ekonomiyi düze çıkaran yeni bir dönemin başlangıcı olacak ya da yüksek vergilerin yatırımcıları kaçırarak büyümeyi yavaşlattığı bir sistem çöküntüsüne dönüşecek.
Ancak şunu da unutmamak gerekir ki İşçi Partisi’nin kaderi ekonomi politikalarına değil, milliyetçi azınlığın oylarına bağlı. Zira ekonomik görüş açısından milliyetçiler, İşçi Partisi’nden daha soldalar. Söz gelimi İskoç Milliyetçi Partisi lideri Nicola Sturgeon, bu yılın başında yeni kurulacak parlamentonun, sosyal eşitlik için fazladan 180 milyar pound harcamasını beklediklerini söyledi. Pek çok İşçi Partisi vekili de ekonomide yapılacak her türlü kesintiye karşı çıkıyor. Bu sebeple bütçe açığını azaltmak için yatırım harcamalarında yapılacak olan kesinti, meclisten geçemeyebilir. Trident Nükleer Füze Programı gibi bazı tartışmalı konularda, İşçi Partisi’nin muhafazakarların desteğini alarak çalışabileceği konuşulsa da, söz konusu ekonomi olduğunda, muhafazakarların işbirliğine yanaşmayacağı düşünülüyor. Zira muhafazakarlar, İşçi Partisi’nin başarısızlığının onları yeniden iktidara taşıyabileceğini biliyorlar.
Bu sebeple de denilebilir ki İşçi Partisi’nin iktidarı, Miliband’ın istediğinden daha solcu bir çizgiye kayabilir. Peki kapitalist pazar düzeni, Mitterand’a yaptığı gibi Miliband’ın hükumetini de ekonomide yön değiştirmeye zorlayabilir mi? Bu soruya verilmiş net bir cevap yok. Ancak bazı ekonomistler, İngiliz devlet tahvili ya da senedi almanın, her halükarda karlı olabileceği görüşündeler. Bütçe açığının büyümesi durumunda, ciddi bir kar elde edilebileceğini savunan ekonomistler, yine de en olumsuz durumda dahi ciddi bir kriz beklenmemesi gerektiği kanaatindeler. Zira İngiltere’nin kayda değer bir borç oranı olsa da, İngiltere’nin kendi parası üzerinden borçlanıyor olmasının negatif etkiyi azalttığını belirtiyorlar.
Yine de devlet tahvillerinin karlılığında hızlı bir artış olması, parasal genişleme politikası sayesinde 375 milyar poundluk senet elde etmiş olan İngiltere Merkez Bankası ve yurt dışında mülk edinerek vergi kaçırmakla suçlanan başkan Mark Carney için, tehlikeli bir viraj olabilir. Çünkü böyle bir durum, ekonomik gelişmeye sekte vuracak muhtemel bir tehdit olarak algılanıyor.
Her ne kadar bu olasılık yüksek görünmese de sol ekonomi politikalarının yoğunlaşması durumunda, sterlinin değerinin düşmesi mümkün; ancak böyle olası bir düşüş, ekonomi çevrelerince çok da olumsuz karşılanmıyor. Zira Mitterand’ın Fransa’da yaptığı ekonomik “U” dönüşü, büyük ölçüde Fransa’nın sabit döviz kuru kullanıyor olmasından kaynaklanmıştı. Ama böyle bir durum İngiltere’de söz konusu olmadığından, sterlinde yaşanacak muhtemel bir düşüşün, ekonomiye çok büyük bir sekte vurmayacağı kabul ediliyor. Değeri düşen pound, ihracatçıları sevindirirken ithalatta fiyatları yükselterek enflasyonu yükseltecek olsa da, İngiltere’de enflasyon şu an %0 olduğundan bu yükselişin, çok ciddi bir sorun teşkil etmeyeceği belirtiliyor. Her ne kadar İşçi Partisi’nin kazanması durumunda, hisse senedi piyasasında düşüş bekleniyor olsa da, böyle bir düşüşün İşçi Partisi’nin yalpalaması için yeterli olmayacağı konusunda, uzmanlar hemfikir görünüyorlar.
Bütün bunlar göz önüne alındığında kapitalist pazar düzeninin, İngiltere’de hükumetlere yön değiştirtecek kadar etkili bir araç olmadığını söyleyebiliriz. İngiltere’de bir Mitterand vak’ası yaşanmasına sebep olacak olan şey, kapitalizmden ziyade Miliband’ın ekonomik canlanmaya yönelik programının başarısızlığa uğraması olabilir. Her halükarda İşçi Partisi’nin iktidara gelmesi, tüm Avrupa için aydınlatıcı bir deneyim olacak. Zira Miliband başarılı olursa, bu durum Avrupa’nın tamamına örnek teşkil edecek. Başarısızlık durumunda ise sağ kanadın ağır topları kafalarını sallayarak “Biz demiştik” diyecekler. Bu sebeple de Miliband’ın sadece İngiltere için değil, Avrupa’daki tüm sol partiler için kritik önem taşıdığını vurgulamakta yarar var. Ne diyelim, hadi hayırlısı!
Kaynakça
1-http://www.economist.com/blogs/buttonwood/2015/04/markets-and-left-wing-governments
2-http://www.economist.com/blogs/freeexchange/2015/04/weeks-issue-0
3-http://www.economist.com/news/finance-and-economics/21648042-diminished-hopes
4-http://www.economist.com/news/britain/21648541-april-14th-manifestos-under-scrutiny
5-http://www.economist.com/news/britain/21648539-conservative-party-proposes-expand-much-maligned-yet-vote-winning-scheme-right-buy-votes
6-http://www.economist.com/news/britain/21648482-2015-variety-show
7-http://www.ft.com/intl/cms/s/2/87abdcac-e293-11e4-aa1d-00144feab7de.html#axzz3XFDglcFk
8-http://podcast.ft.com/p/2650