Little Miss Sunshine, 2006 yapımlı ve 2 Oscarlı bir film. Konusu hayatın tam ortasından seçilmiş: kazanmak ve kaybetmek. Üst üste yağan şansızlıklara rağmen, ailenin küçük kızını dans yarışmasına yetiştirmeye çalışan bir aile tablosu ile karşılaşıyoruz. Ufak bir heyecan içeren hikayesi ve doğal teması, filmi sürükleyici kılan unsurlar. Bu durum sayesinde, en iyi ve en özgün senaryo dallarında ödülün sahibi olduğu kesin.
“Winner[i]” veya “Loser[ii]” olmanın ayrımlarını, bütün film boyunca görüyoruz. Film karakterleri de, tam bu bağlamda cımbızla seçilmiş gibiler. Ailenin dans yarışmasına hazırlanan küçük kızını görüyoruz ilk başta. Ardından babası geliyor ki; bence hikâyeye rengi çalan karakter bu, çünkü filmde kazanan ve kaybeden ayrımını yapan kişinin ta kendisi. Kendisi kişisel gelişim uzmanlığına soyunmuş; fakat hazırladığı projesi elinde patlamış, nihayetinde ortaya koyduğu bütün enerji ve harcadığı edebiyat boşa çıkan bir kaybeden. Küçük kızın dayısına bakınca gördüğümüz de benzer; hocalık yaptığı üniversiteden atılmış, eşcinsel eğilimleri karşılıksız kalmış ve en nihayetinde intihara kalkışmış bir karakter. Küçük kızın asosyal ağabeyini de ele alalım: Hava Harp Akademisi’ne girmek için büyük bir çaba gösteren ve hatta okulu kazanana kadar konuşmamaya yemin eden; fakat girmesinin önündeki kocaman engeli görememiş bir “Loser”. Ailenin dedesi de, diğerleri gibi. Uyuşturucu bağımlısı ve kaldığı huzur evinden dahi atılmış. Ailenin tek normal karakteri; anne. Fakat o da, hikâyenin silik unsuru.
Genele baktığımızda hikâye kaybedenlerin hayatını anlatıyor; ama arkasında insanlara göstermek istediği şeylerin olduğunu düşünüyorum. Bunların birincisi: “Winner” olmaya övgü. Filmde, babanın sürekli üzerine bastığı nokta bu. Aslında bu nokta, “Winner” olmaktan ziyade; azimli ve mücadeleci olmaya övgü diyebilirim.
Büyükbabayı oynayan Alan Arkin, En İyi Yardımcı Erkek dalında Oscar’ı kazanmış bu film sayesinde. Küçük torununu motive etme için söylediği bu sözler, aslında filmi de özetliyor bize:
“Gerçek “Loser” kim biliyor musun? Gerçek “Loser”, kaybedeceğinden korktuğu için denemeye dahi kalkmayandır.”
Filme rengini çalan karakterin baba olduğunu düşündüğümü söylemiştim. Baba, her ne kadar kendi içinde başarısız olsa da, küçük kızına verecek çok önemli dersleri vardır:
“Dünyada iki tip insan vardır; kazananlar ve kaybedenler. Peki, farkları ne biliyor musun? Kazananlar asla pes etmez.”
Filmin ışık tutmak ve anlatmak istediği meselelerden ikincisi ise; kaybetmek. Bu nokta, kaybetmeye övgü niteliğinde değil; fakat kaybetmenin, insan yaşamında çok da büyük etkilere sebep olmadığını söylüyor. Aynı zamanda, “Loser” olmak doğal bir şey, hangimiz her daim “Winner” olabiliriz ki? Filmin yumuşatmak istediği konu da bu: hırslarının insanı ele geçirmesini engellemek.
Umuyorum, bundan sonra izleyecek olanlar için ilgi celbedici bir tanıtım yazısı olmuştur, iyi seyirler.
[i] Winner (İng.): Kazanan, galip.
[ii] Loser (İng.): Kaybeden, mağlup.