Toprak kort sezonuyla birlikte sürprizlerle dolu, rekabetin yine en üst düzeyde seyrettiği, hem sporcuları hem de izleyicileri tatmin eden bir dönemi geride bıraktık. Özellikle Fransa Açık’taki eşleşmeler ve raketlerin performansı, seyircilere tarihi maçlara ve anlara tanık olma fırsatını sağladı. Wawrinka, Tsonga gibi oyuncular açısından verimli geçen bu turnuva, elbette ki bazı oyuncularda hayal kırıklığı yarattı. İyi bir toprak sezonu geçirmesine rağmen, Nadal engelini de aşmasıyla birlikte şampiyon olacağı konusunda hemfikir olunan Novak Djokovic’in dramatik bir şekilde finalde kaybetmesi, önceki yıllara göre daha iyi performans gösteren ve kuradaki avantajıyla final görmesi beklenen Federer’in çeyrek finalde elenmesi, toprak kortta iyi performanslara sahip olan Cuevas, Dimitrov gibi oyuncuların turnuvaya erken veda etmesi gibi, bazı oyuncular beklentilerini ve isteklerini elde edemediler.
Asıl merak edilen ise toprak zeminde tarihin en iyi performansına sahip ve Fransa Açık’ta çıktığı maçlarda sadece 1 kez yenilen, toprağı uzun bir süre boyunca domine eden, turnuvanın son şampiyonu Rafael Nadal’ın ne yapacağıydı. Büyük turnuva öncesi Buenos Aires’te elde ettiği şampiyonluk dışında, Masters ve diğer hazırlık turnuvalarında beklenen performansı sergileyememesi ve devamında üst üste aldığı sürpriz mağlubiyetlerle birlikte, 2004’ten sonra topraktaki galibiyet oranı ilk defa %90’ın altına geriledi. Fransa Açık’ta kötü bir kura çekmesinin de etkisiyle birlikte -her ne kadar zorlanacağı düşünülen maçları rahat kazanmış olsa da- çeyrek finalde önündeki en büyük engeli, Djokovic’i geçebilmesi mümkün olamadı. Böylece, Nadal iyi geçiremediği toprak sezonunu kötü bir şekilde sonlandırmaktan kurtulamadı. Tenis dünyasının turnuva öncesinde hakim olan, “Nadal’ın toprakta eskisi kadar iyi bir performansı tekrar gösteremeyeceği” görüşü de bu turnuvayla birlikte doğruluk payını artırmış oldu.
Bu durum ele alındığında, Nadal ile alakalı birçok nedenden bahsetmek mümkün. Fakat sadece Nadal’ın değil, diğer oyuncuların da bu durumun ortaya çıkmasında büyük bir rol oynadığını da göz önünde bulundurmak gerekiyor. Birincisi, oyunculardaki Nadal’ın yenilemez, baş edilemez olduğu konusundaki hakim görüş; özellikle 2013’ ten sonra Nadal’ın aldığı mağlubiyetlerle birlikte değişmeye başladı. Rakiplerinin oyuna daha motive ve daha cesaretli çıkmaları daha iyi performanslar göstermelerini sağladı ve bu sene özellikle Fognini ve Djokovic’in Nadal’a karşı üstünlük kurmasıyla birlikte oyunculardaki eski izlenim, yerini “kazanma ihtimali olan bir maça çıkıldığı” yönündeki görüşe bıraktı. Tabii ki bu durum, özellikle Nadal açısından özgüven eksikliğini ve etkili performansındaki düşüşü de beraberinde getirdi ve Nadal’ın maçlarda kontrolü sürekli elinde tutabilme ve oyunu domine edebilme özelliği etkisini yitirmeye başladı. Bunun yanı sıra; oyun stili ve karakteristik özellikleri gereği edindiği garantici, topa derin ve spinli vurma anlayışı; yaş, sakatlık, yorgunluk, -belki de kullandığı raketin yetersizliği gibi unsurların etkisiyle niteliğini kaybetmeye başladı. Bunun yanı sıra vuruşlarında istediği seviyede olmadığını düşünmesi ve yine beraberinde gelen özgüven eksikliği, performansındaki istikrarsızlığı ve yetersizliği daha da belirginleştirdi. Ayrıca Nadal’ın daha agresif bir performansla, 2013’te başarıya ulaşabilmesi, topraktaki oyun ve taktik anlayışını ne şekilde yansıtması gerektiği konusunda kafasında soru işaretleri yarattı. Ya eskisi gibi devam ederek kort gerisinden defansif ağırlıklı bir oyun sürdürecekti ya da agresifliğini ortaya koyarak, riske ettiği oyunda daha baskın bir karakter ortaya koyacaktı. Buna ek olarak; bazı puanlarda savunma performansını çok iyi sergilese de kendisine güvenmemesi, daha agresif, aceleci ve daha fazla hataya açık bir oyun kurgulaması ve beraberinde kontrolü sağlayamadığı bir davranışa yönelmesi de başarısızlığının sebeplerinden biri oldu. Tüm bu unsurlar, Nadal’ın oyun içinde ve kritik puanlarda hata sayısını artırmasına, istikrarını çoğu zaman kaybetmesine sebep oldu. Bu durumu maç içinde avantaja çevirebilen oyuncular, toprak kortun getirdiği vuruş tercihlerindeki rahatlıktan da faydalanarak Nadal’ı agresif vuruşlarıyla hataya yönlendirdiler. Oyun içinde daha fazla çeşitlilik ve agresiflik, Nadal’ı yenebilmek için işe yaramaya başladı ve Nadal’ın oyun içindeki arayışı da kendisini dezavantajlı bir duruma düşürdü. Bunun yanı sıra Nadal’ın maçlarında eskisi kadar güçlü reaksiyonlar verememesi, rakibinin üzerinde psikolojik baskıyı yeterince kuramaması, bununla birlikte karşısındaki oyuncunun tepkilerinden daha çok etkilenmeye başlaması da oyun içindeki performansının düşmesine sebep oldu. Çok da alışık olmadığımız agresif hareketleri, yüz ifadeleriyle kimi zaman bıkmış ve yılmış bir tavır sergilemesi Nadal’ı oyun içinde mental anlamda da arayışa sevk etti.
Bahsettiğim tüm sebepler neredeyse her raketin hatta her sporcunun başına gelebilmekte ve aşılması zor ve uzun bir sürece sebep olabilmektedir. Tabii ki Nadal’ın bu tür durumları özellikle 2013 öncesi sakatlandığı dönemde de yaşadığını, buna rağmen daha güçlü ve daha karakterli bir geri dönüşe imza attığını bilmekteyiz. Ancak bu noktada asıl düşündüren, Nadal’ın geri dönebilecek yeterliliğe sahip olup olmaması değil, kendisinin bu inancı ve karakteri ne zaman ve ne şekilde tekrar ortaya koyacağıdır. Zira, Rafa’nın yaşı ve fiziksel durumu göze alındığında etkili oyununu ve başarılarını yakalaması eskisi kadar olası görülmüyor olsa da mental anlamda kendini bulması, kafasındaki soru işaretlerini gidermesi elbette ki Nadal’ın eski karakterini yeniden ortaya koyma ihtimalini artıracak ve geri dönüş sürecini hızlandıracaktır. Belki de farklı bir raket, yeni bir oyun anlayışı ya da iyi bir mental yapı kendisini bulmasını sağlayacak ve hem toprakta hem de diğer zeminlerde tarih yazmaya devam etmesine olanak sağlayacaktır.